hAiku boX

hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX

Thursday 16 July 2009


HAYAT MASAL;


Bir Masal Kahramaniyla, Bir Gun...

Bu gun; sizlere kucuklugumuzde dinledigimiz masallarin pabucunu dama atacak bir hayat hikayesi anlatacagim...
Bir gunumun tamamini; bu hayatin bas-rol oyuncusu/kahramani ile gecirdim ve sizinle paylasmak uzere kollarimi sivadim, kalemime sarildim.

Su an itibariyle, hayata dair butun on-yargilarinizi port-mantoya asmanizi onerebilirim size...
Eger ki; boyle bir mucize yasanabiliyorsa... Herkesin kendini bir kez daha gozden gecirmesi gerektigine inaniyorum.
Eger ki; somurtuyorsaniz, yasamaya dair supheleriniz varsa, vazgectiginiz degerlerinizi umursamiyorsaniz, kaybettiklerinize uzulmuyor, kaybedeceklerinizi umursamiyorsaniz ve yoktan bahaneler tureterek karamsarlasip, yasama sevincinizi kendi elinizden kendiniz aliyorsaniz...
DURUN!
Bir kez daha dusunun...
"Dusunecek ne var canim!?'' mi diyorsunuz?
O zaman lutfen satirlarima eslik edin ve bu gun Bir Masal Kahramaniyla, Bir Gun gecirmeye razi olun...

...


Hicbirimizin yasamadigi/hissetmedigi kadar gercek; hicbirimizin duslemedigi kadar buyuk bir hayatin kahramanindan bahsediyorum size...
Hani 'sehir efsaneleri' vardir ya... Anlatilir durur. Dinleriz. Merak ederiz cunku... Bir noktada, kabul etmek istemeyiz.
Bunyemiz reddeder. Inkar etmek icin de, itiraz ederiz. Aksi halde, kabullenecegizdir.
Ya basimiza geleceginden korktugumuzdan ya da basimiza gelmedigi icin bir seylere kizdigimizdan kabul etmedigimiz seylerden bahsediyorum.

Cocukken, kucucukken; kimimizin ruyalar alemine gidebilmesi icin bas-ucumuzda anlatilan, kimimize ogutleri sevimli kilabilmek icin anlatilmis olan, kimimizin de kitaplardan okudugu masallardan birinin kahramani konuk edecegim bu gun, bu kosede, kalemimle ve sizlerle beraber...

Isterseniz daha fazla uzatmayayim, sozu kahramanimiza birakayim;

1981 yilinin, Mayis ayinin 11'inde, Tokat ilimizin, Niksar-Gozpinar Koy'unde, basina geleceklerden habersiz bir sekilde, gulumsemis bu dunyaya 'Kenan Demir'in masali...

Mikrofonu Kenan'a veriyorum ve kalemimi elime aliyorum...

"Koyde hayat yolunda gitmiyordu. Babam ve annem, bizlere bakmakta zorlaniyorlardi." diyor Kenan.

"Siz?" diyor ve "Kac kardessiniz?" diye sormaya devam ediyorum.
"6 kardesiz. Sondan ikinciyim. En buyuk agabeyimle aramda kac yas fark var bilmiyorum. 11-12 yaslarinda cocuklari oldugunu dusunursek..." diye cevapliyor ve devam ediyor;
"Koydeki hayat iyice cikmaza girince, imkanlar yetmeyince karar verildi ve Istanbul'a dogru yola ciktik. Yenibosna'ya yerlestik. Babam bir apartmanda gorev aldi, boylece bizler de babamin calistigi apartmanda oturmaya basladik. Istanbul'da kapici olmak da yetmiyordu ailenin gecinmesine... Ben o zamanlar 11 yasindaydim. Aileye yardimci olmam gerekiyordu. Okulu biraktim.
Once mendil satmaya basladim. Fakat; oyle garip bir ortamdi ki... Kendimi nasil kurtardigimi bilmiyorum. Mendil satmak gibi bir isin ucunun nerelere varabilecegine hayret edersin!" diyor ve saskin bakislarima aldirmadan, gayet sogukkanli bir sekilde surduruyor konusmasini...

"Bir seyler yapmam gerekiyordu. Para kazanmam gerekiyordu. Mendil satarak, bataga batacagimi anlayinca baska yollar denemeye basladim. Bir tekstil fabrikasinda ilk ciraklik isime girdim. Yasim kucuk diye cok kosturuldum ve cok az para aldim. Kazancim kotu oldugu icin yeniden arayisa gectim. Simit sattim, sandvic sattim. Ayakkabi boyaciligi bile yaptigim bir donem oldu. Derken; Atakoy'de bir bakkal beni yanina cirak diye aldi. Burasi hayatimin donum noktasi olacak yerdi. Her seyden habersiz 'bakkal ciragi' olarak calismaya basladim.
Bir gun bakkala Amerikali bir basketci geldi. Ne ben Inglizce biliyordum, ne o Turkce... Iletisim kurmamiz mumkun degildi! Goz-goze geldik ve hissettik. Ruhani bir iletisimle, birbirimizin 'iyi insan' oldugunu hissettik. O gunden sonra, siparislere giderken; eger o basketcinin de siparisleri varsa daha da keyifle calisiyordum. Yine bir siparis icin kapilarina gittigimde, ailesiyle tanistim. Kendisi gibi, esiyle de ayni ruhani iletisimi kurmustum. Istanbul'dan ayrilmadan evvel oynayacagi son macina davet etti beni... Ardindan da; izin almak icin ailemle tanistilar. Maca gidebilmek icin, ise gitmemem gerekiyordu.
Bu nedenle, bakkala 'hastayim' dedim. Efes Pilsen'deki oyun kurucu olarak ('94-'95) son macinin ardindan, gazeteciler fotograflarini cekerken ben de kameralara yansidim. Bu fotograf nedeniyle de bakkaldan kovuldum.
Veda etmek icin evlerinin kapisina gittigimde; beni evime birakmak istediler ve sadece birakmakla kalmayip, bir sure bizde oturdular. Iste o aksam, aslinda onlara degil; aileme veda ettim." diyor.

Once bir karis acik kalmis olan agzimi kapatiyorum. Soru sormak icin, hafifce araladigimda biraz su icmem gerektigini hissediyorum. Aldigim yudumla ayni anda "Nasil yani?" diye soruyorum.
Gulumsuyor...
"Ben de bir parlaklik oldugunu soyledi Chris Corchiani. Onlarla beraber yurt-disina gidip, lisan ogrenirsem, okursam; cok iyi bir doktor ya da avukat ya da benzeri bir meslek sahibi olabilecegime inaniyormus. Bu nedenle; once ailemden, sonra da benden izin istemek icin o aksam esiyle beraber evimize gelmisler."
"Peki ailen ne tepki verdi? Ne dediler?" diye daha duzgun cumleler kurup, daha duzgun sorular sormaya basliyorum.

"Ailem ozel bir tepki vermedi. Onlar da bana sordular. Ben de kabul edince, Chris Corchiani ve esi beni evlat edindiler. Ardindan da Yesilkoy International Hastanesinde dogmus olan kardesim Christopher Corchiani Junior ile beni de yanlarina alip, birkac gun icerisinde Almanya'ya dogru yola ciktilar... Bayer-Levercusen'e transfer olmustu babam... Aslinda; Almanya'ya giderken, kafalarinda bana lisan ogretip, orta-okulu bitirttiklerinden sonra beni Turkiye'ye geri dondurmek vardi. Fakat; Almanya'daki sure boyunca, bir Ingiliz kanalina ait olan egitim setleri yardimiyla ve babam Chris'in yardimiyla Inglizce konusmaya basladigimda her sey de degismeye basladi.
Kardesim Christopher'i sahiplendim. Altini bile degistiriyordum. Gun gectikce, aramizda sicaklik doguyordu.
Cok komik seyler yasiyorduk. Arabada giderken, babam yukariyi gosteriyordu, o Inglizcesini soyluyor, ben Turkcesini soyluyordum. Boylece, her ikimiz de birbirimize ogretiyor, birbirimizden ogreniyorduk." diyor.

"Almanya'da okula gittin mi?" diye sorularima devam ediyorum.
"Alisma devresi yasadim orada... Ingilizceyi ogrendim. Ben aileme alisirken, ailem de bana alismaya calistilar Almanya'da. Zaten 8 ay kaldik ardindan yeni bir transfer nedeniyle Ispanya'ya yerlestik.
'St. George Middle School' adinda bir ozel okula basladim. Yedinci sinifi bitirmeden, sinava girip; sekizinci sinifa gectim. Uc ay icerisinde, altinci-yedinci ve sekizinci sinifi bitirdim ve orta okulu bir senede tamamladim. Sonra da Amerika'ya donduk. Kuzey Carolina'da, ailemin evine... Beni tamamen evlat edindiler. Kenan oldu Kevin. Kendime bir de gobek adi koydum. Kevin Totti Corchiani." diyor.

Gulumsuyorum.
"Futbol Tanrisi... Bir basketcinin oglusun ve Italyanca'da futbol tanrisi anlamina gelen 'Totti'yi gobek adi yapiyorsun..." diyorum.

"Seviyordum o kelimeyi, isim olarak da cok guzel duruyor. Degil mi?" diyor ve devam ediyor;

"Ralley Bolgesindeki 'Cardinal Gibbons High School' adindaki liseye basladim. Altinci ayin sonunda, babam Italya'ya transfer oldu.
'Sienna Basket' takimina. Hatta gecen haftalarda yanilmiyorsam Fenerbahce ile maclari vardi." diye ekliyor ve araya girmeme izin vermeden devam ediyor;
"Liseye Italya'da devam ettim. 'Internatioanl American School of Florance' adindaki, inanilmaz pahali bir liseye yazdirdilar beni... Hicbir seyden eksik birakmiyorlardi. Okudugum butun okullar ozeldi. Hatta, Floransa'daki bu okulda; 'Benetton'un cocuklari ve bazi prenslerle beraber okudum. Bu sirada, kardesim iyice buyumustu. Beni agabeyi biliyordu. Cogu zaman annemlerden once bana gelip anlatiyordu her seyini... Diyalogumuz inanilmazdir onunla, elimde buyudu." diyor.

Tutmus oldugum nefesimi birakmazsam bogulacagimi fark-ediyorum. "Peki, Kevin..." diye basliyorum. Liseyi Italya'da bitirip-bitirmedigini soracakken, beni susturuyor.

"Lise ikinci sinifta Amerika'ya geri donduk. Yani ayni okuluma geri dondum. Fakat; donusumuzun haftasinda babamin transferi gerceklesti. Yine Avrupa... Yine Ispanya... Victoria Sehrinin, 'Tau-Ceramica' takimi... Bu tempoda devam edemeyecegimi dusunduler ve ben Amerika'da kaldim. Iste hayatimin en zor donemleriydi... Buna ragmen babamin basarilariyla mutlu oluyordum. dort sene ust uste takimini Avrupa ve Ispanya Sampiyonu yapti. Hatta o donemlerde, Efes Pilsen'i yanlis hatirlamiyorsam buyuk farkla yenmislerdi.
Yine de, dedigim gibi cok zorlandim.
Iki ailem de benden uzaktaydi ve ilk defa boylesine yalniz basima kalmistim. Depresif bir doneme giriyordum. Kendimi spora verdim. Kosucu olarak eyalet sampiyonluklari aldim.
1000m. - 4dk. 17sn./1600m. - 4dk. 29sn./3200m. - 9dk. 32sn.'de kostum. Bu sirada, dort senelik lise donemini, sinavlar vererek iki bucuk senede tamamladim.
Universite'de hem kosucu olarak, hem de notlarim sayesinde burs aldim. 'Boone' Bolgesindeki, (Green Mile/Yesil Yol filminin cekildigi yer.) Appalachian State Universitesine'e girdim. Iki yilda, universiteme alti sampiyonluk kazandirdim. Oylesine yuksek notlarim vardi ki, Amerikan universitelerinde buyuk bir olay sayilan 'Dekan Listesi'ndeydim."

"Baska kardesin oldu mu?"

"Uc kardesim daha oldu. Istanbul'da dogmus olan Christopher su anda 13 yasinda. Ardindan Tommy dogdu, o da 10 yasinda. Daha sonrasinda da bir kiz kardesim ve bir tane daha erkek kardesim oldu.
Onlar da 7 ve 4 yaslarindalar. Hepsinin uzerine titrerim.
Genis ve kalabalik iki ailem var. Bes Turk, Dort Amerikali kardesim var." diye yanitliyor beni.

Kendimi tutamiyorum ve "Kendini sansli hissediyor musun?" diye yeni bir soru sorarak susmasina izin vermiyorum.

Herkesin sasiracagi bir cevap veriyor. "Hayir!" diyor ve " Sansa inanmiyorum. Olacak olan oluyor Zeinep. Insanligimin karsiligini yasiyorum. Tesaduf de degil benim hayatim! Tesaduflere de inanmiyorum.
Insanin kaderinde ne varsa o oluyor. Yeter ki; insanca yasamayi bil!" diye ekliyor.

Yutkunuyorum. Biraz hava almam gerektigine karar veriyorum.

...

Bana eslik ediyor ve Ortakoy sahilinde bir yuruyuse cikiyoruz.
"Turk yemeklerini ozluyor musun?"

Gozleri yerinden cikacak gibi oluyor. "Deli misin?! Deliler gibi ozluyorum. Ben koy cocuguyum, ne lezzetler tattim! Oralardaki Turk restorantlarini bilirim. Sik sik oralarda yemek yerim."

"En favori yemegin nedir?" diye sormaya devam ediyorum. Bu sirada bir guvercin surusunun icine giriyoruz, bize aldirmiyorlar...

"Sutlac." diyor.
Guluyoruz.
"O yemek degil ki!" diye ukalalik yapiyorum.
"Biliyorum, ama sutlac!" diye cikisiyor ve "Sarma. Koylu dolmasi yani... Bir de burada etli sebze yemegini cok guzel yapiyorlar." diyor.

"Pekala o zaman biraz islerden bahsetsek..." diyorum. Bu sirada Ortakoy meydanina karanlik cokmus oluyor. Sahilde gencler hafif demleniyorlar. Bir ciftin kaldigi banka dogru ilerliyoruz. Cocuk elindeki bira sisesini meydanin ortasina atiyor ve sevgilisine sarilip uzaklasiyor. Kevin, oturmadan yere atilmis olan bira sisesinin yanina gidiyor, yerden alip; biraz ilerideki cesmenin yaninda bulunan cop kutusuna atiyor.
Cevredekiler yaptigini yadirgarcasina bakiyorlar.
Az once anlattiklarini duysalar, bu saskinliklari muhtemelen birkac katina cikar diye dusunuyorum.
Az sonra anlatacaklari ile sanirim kendilerini denize atacaklarina dair bahse bile girebilirim diyorum...

Birkac kez "Zeinep!!" diye seslendikten sonra, beni ancak dusuncelerimden kopariyor.

"Sik sik bana da oluyor. Dusunen-adam olmanin bedeli." diyor.

"Is hayatina gelelim mi?" diye soruyorum.

"Ilk isim babamla beraber yaptigimiz emlak isleri oldu. Su 'morgage' denen emlak isleriyle ugrastim. Hatta o sirada okula ara bile verdim. Babam jubilesini yapmisti ve isini yeni kurmustu...
Isler oturunca da, kendi yapmak istediklerimle ilgilenmeye basladim. 2007'de 'Kevin Productions' adindaki, produksiyon ve film yapim sirketimi kurdum."

"Bu bir senelik surede bir de film cektin degil mi?" diye soruyorum.

"Evet... Hayallerime giden yolda ilerliyorum. Yapimciligini ustlendigim bir projeydi. Hatta beni goremeyecegin mini mini bir rol de aldim. Melegin Sirlari/Broken Angel. Cok basarili Turk oyuncularin da eslik ettigi bir film oldu. 14 Mart'ta, Istinye Park'ta galasini yaptik. Gercekten enteresan bir film. Amerika'yi iyi ve kotu butun gercekleriyle, farkli bir perspektiften anlatan bir film oldu. Bir Turk kizinin Amerika'daki hayati, yasama tutunma hikayesi... Turk/Amerikan ortak yapimi olmasi da cabasi... Film su anda sadece doguda, Anadolu'da gosterimde." diyor.

Kaslarimi catiyorum. Boylesine bir olayin, Turkiye'de bu kadar sessiz kalmasina kiziyorum. Bazi sozde elestirmenlerin harcadigi bir Turkiye Reklami oldugunun altini ciziyor beynim.
Tepkilerime guluyor Kevin. Belki de gulup-geciyor...

Kevin, denizin kenarinda duran kucuk bir kiz cocuguyla ilgilenirken; yine dusun-seli'mde kayboluyorum.
Ardindan, eve dogru yola koyuluyoruz.
Garaja bizimkilerle beraber giriyoruz. 40senelik cocuklari gibi kucaklasiyorlar. Super-marketten geldikleri her hallerinden belli olan annemlere yardim etmek uzere bagaja yoneliyorum.
Kucaklasma faslini bitiren Kevin da yanima geliyor.
Paketleri israrla vermiyorum.
"Ben bakkal ciragiydim Zeinep." diyerek elimden cekiyor birkac tanesini...

Saskinligimi gizleyemiyorum.

"Ac ayi oynamaz, ac olan bir insan konusmaz..." diyorum. Gulerekten sofraya kuruluyoruz.
Nice Amerikali artistlere tas cikartan kardesim de, hatrimizi kirmiyor ve evde kalarak bize katiliyor. Masada koyu bir sohbet donuyor. Butun bu kismi sansurledigimin altini ciziyorum.
Bizim evin emektari Mihrigul'un yaptigi kofteleri mideye indiriyoruz.
Kevin, kizarmis patatesleri icin surekli olarak kardesimin yaninda durmakta olan ketcap ve mayonezi istiyor. Sonunda kardesim isyan ediyor.
Kahkahalar susmuyor.

Yemek tantanasi bitince, kardesim esir aliyor Kevin'i...
Beraber bilardo oynamak uzere evden cikiyorlar. Bir sure sonra katilacagim diyerek, kendime dusunme payi birakiyorum.

Onlar gider-gitmez; bahcede ciceklenmeye baslamis olan kiraz agacinin altindaki salincaga oturuyorum.
Hava cok guzel...
Dusuncelerim beni alip-goturuyorlar.


Hayati sindirmis bir adam var karsimda...
Yasadiklarini reddetmiyor. Hayatina her seyiyle sahip cikiyor.
Kendisiyle barisik bir adam var karsimda.
Hazmetmis.

Gunumuzde, Turkiye sinirlari icerisinde bir yerlere gelmis olan insanlari dusunuyorum. 'Sonradan gorme...' diye tanimlanan bir tabaka geliyor aklima.
Kevin; gozlerinde halen cocuksu piriltilar barindiran, halen cocuk bakislarina sahip olan, ruhunda ise; derin ve buyuk bir adam yatan biri...
Bu kadar farkli hayatlar yasamis olan ve goz-alici bir yere oturmus biri olarak, bu safligi koruyabilmek, kasilmadan yasayabilmek; pek cok kisinin sahip olamadigi, buyuk bir erdem!
Kevin her seyi oldugu gibi kabullenmis bir insan.

Onun kabullendigi hayatini, pek cogu insan reddediyor. Kabul ediyormus gibi gorunseler de; geldiklerinden cok, bulunduklari yeri benimsiyorlar.
"Oylesine tepede yasiyorlar ki... Bir duserlerse, geldiklerinden de derine inebilirler..." diyorum icimden...

...

Oyunu acik ara farkla kardesim aldigi sirada yanlarindaki sehpanin uzerine tunuyorum. Fotograflarini cekerken, bir yandan da tezahurat yapiyorum.
Sanirim gelisim sans getiriyor ve Kevin arayi kapatiyor. Heyecan artarken, kardesim siyah topu gozden kaybediyor ve Kevin da 5-4'luk skor sonucu kardesimi tebrik ediyor.

Bir sure bilardo oynayanlara bakiyoruz. Tek basina oynayan bir adam, muhtesem hareketler yapiyor... Oturup izliyor, arada islik caliyoruz.
"Yarismalara katilsa, buyuk basari alir. Profesyonel gibi oynuyor." diyor.
"Transfer yapalim. Bon-servisi cebimizde!" diyorum.
Gulerek, eve dogru yuruyoruz. Sokaklar mis gibi cim kokuyor.
Bahar, "Ben geldiiimmm!" diye sesleniyor adeta...

...

Kutuphaneye geciyoruz. Pijamalarla kutuphanede sohbet etmek cok enteresan bir goruntu olusturuyor. Anlacaginiz her sey oylesine spontane ve fazlasiyla dogal bir ortamda sekilleniyor.
Kedim, Kevin'in ayaklarinin dibinde cesitli saklabanliklar yaparken sorularima devam ediyorum.

"Turkiye'yi ve buradaki aileni hic unutmadin..." diyorum.

"1995'te gittikten sonra, ilk defa 2003'te geldim. Nasil ozlemisim!"

"Halen Istanbuldalar mi?" diye soruyorum.

"2003'te geldigimde, koydeki evi elden gecirdim. Ardindan da biraz daha iyi bir halde annemle, babami koye geri goturdum." diyor.

"Peki ya kardeslerin?"

"Bir tek kucuk kardesim aileme bagliydi. Digerler kendi hayatlarini kurmus ve evlenmislerdi. Kucuk kardesim Fatih liseyi Tokat'ta bitirdi. Simdi o da Istanbul'da..." diye cevapliyor.

"Lisanla ilgili problem yasiyor musun?"

"2003'ten sonra yine ilk gelisim. Uzun araliklar oldugu icin, geldigimde bayagi bozuk oluyor. Ama unutmuyorum ve her seferinde kisa surede toparladigimi fark-ediyorum." diyor.

Artik zamani gelmistir diyerek;
"Hayranlarin var mi?" diye isinma sorusunu sorusunu soruyorum.

"Var. Bana mesaj yazanlarin hepsine cevap veriyorum. Hatta Turkiye'ye gelislerimde cok fanatik olanlarina zaman ayiriyorum. Su 'Facebook' denilen sitede 'Kevin Fans' ve 'Beyaz, Kevin'i konuk etsin' diye gruplar acan hayranlarim var." diyor.

"Pekala, asik misin?"

Guluyor, seni gidi edasiyla bir bakis atarak; "Sevdigim biri var. Asik miyim diye soruyorum ben de kendime... Sanirim dalgali..."

"Turk mu?"

"Evet Turk. Burada tanistik."

"Ask nedir?"

"Bir insani kendinden cok sevmekt ve hayatina katabilmektir... Asik olana kadar insanlar karsilarindakilerden hep bir seyler beklerler. Oysa; ask, bir seyler beklemek degil, hayatina katabilmektir." diyor.

Aldigim cevaplarla tek kasimin havada asili kaldigini iddia edebilirim. Bir yandan not alirken, bir yandan da evlilikle ilgili sorular soruyorum.

"Her seyin bir zamani var." diyor, gayet sogukkanlilikla ve "Elbette, sirilsiklam sevmek istiyorum. Ardindan da evlenmek..." diye tamamliyor.

Sirilsiklam asik olmak yerine, sirilsiklam sevmek seklinde bir tanim yapmasi hosuma gidiyor.
Alkol ve sigara kullanmiyor. "Cok nadir alkol aldigim olur." diyor.
Kedin Garfield kucagina cikiyor.

Kotu aliskanliklardan konusuyoruz...
En kotu aliskanliklarini sordugumda yine aykiri cevaplar aliyorum. Herkese cok iyi davraniyor olmasini, herkesi cok iyi olarak gormesini ve hemen hemen hic sinirlenmemesini 'kotu aliskanlik'lari olarak siraliyor...

Soru sormaktan hic haz etmeyen biri olarak zorlaniyorum.
Garfield ile oynarlarken, soru uretmeye odaklaniyorum. Tam bu sirada, seneler evvel; ileride gazeteci oldugum zaman yapacagim roportajlar icin hazirlamis oldugum 'abzurt sorular' listesi geliyor aklima...
Hayal-meyal hatirladigim birkac tanesini ornek alarak sorular turetiyorum.

Kevin Totti Corchiani'yi 3kelime ile tanimlamasini istiyorum...

"Yardim-sever, atilimci ve iyi bir dinleyici." diyor.

"Ornek aldigin biri var mi?" diye soruyorum.

Bir hayli yuksek sesle, "Ataturk!" diyor. Ardindan devam ediyor, "Bil Gates, Gandhi ve Oprah Winfrey. Ayrica, Beyaz; Winfrey gibi olabilir diye dusunuyorum."

Gectigimiz hafta, 'Arka Sokaklar' dizisinde aldigi kucuk rol geliyor aklima... Hemen atliyorum;
"Arka Sokaklardaki' set deneyimin nasildi ve Turk Sinemasi ile Amerikan Sinemasini karsilastiracak olsan, neler soylersin?" diye soruyorum.

"Arka Sokaklar' hosuma gitti. Bana cok aykiri bir karakteri calandirdim. Uyusturucu bagimlisi bir sucluydum. Tiyatro okudugum icin zaten oyunculugu seven biriyim. Yonetmen Orhan Oguz da burada bana bu sansi verdi ve denedim. Cekim sonunda buyuk alkis koptu. Bayagi guldurmusum onlari... Onlar benim hayatima, ben de onlarin setine renk kattim diye dusunuyorum.
Amerika'da sinema sektoru gayet oturmus bir sektor. Hemen her sey gayet porfesyonel, belli kurum ve kuruluslara bagli... Oyuncularin hepsi esit haklara sahip. Butceler de, filmlerin surumu yapilan alanlar da cok genis... Turkiye'nin yetismesi ve bu kivama gelebilmesi icin ortalama 20 seneye ihtiyaci var. Henuz Turkiye, Amerika'daki gibi union bir calisma sistemine hazir degil.
Bu arada, Arka Sokaklar'in seti gayet profesyoneldi. Kendimi Turkiye'de gibi hissetmedim!" diyor.

"Turk gozuyle, Amerika'yi ve Amerikali gozuyle de Turkiye'yi nasil goruyorsun?" diye soruyorum.

"Amerika insanlara cok fazla imkan sunuyor. Kafani calistirirsan Amerika'da elde edemeyecegin sey yok. Ozgurluk sonsuz. Canli hayata zarar vermedigin, yasalari cignemedigin surece; her sey ozgurce yasaniyor. Insanlar yasalara saygililar. Yere cop atilmayacak dendiginde, kimse atmiyor ve sehir/sokaklar temiz kaliyor.
Yalniz sunulan imkanlar dogru degerlendirilmeyince, hicbir ise yaramaz tabii ki... Sonucta cabalamak ve calismak gerekiyor.
Baska bir yerde dogmus, buyumus olsan da Amerika'da her sey olabilme olanagin var. Diyorum ya, degerlendirirsen...

Kutunun disindan bakinca, Amerika cok kotu gorunuyor. Fakat; icinden bakinca, vatandaslarina iyi hayatlar sunan bir ulke! Tabii ki politik acidan bakinca her sey kotu. Politika kendi basina pis bir sey!

Turkiye icin soyleyebilecegim en ciddi sey, reklami cok kotu yapilan bir ulke olusu... Ben kendimi fahri elci olan tayin ettigimden; cevremdeki herkesin tatillerde buraya gelmesini sagliyorum. Turkiyenin bir ucuncu cag ulkesi olmadigini anlamalari icin; Istanbul'a ayak basmalari gerektigi gercegiyle yuzlestikce isim zorlasiyor. Yine de vazgecmeye niyetim yok.
Bir de sanirim, her gelisimde Istanbul'u daha kalabalik, insanlarini daha ezilmis bir halde goruyorum." diyor.

Birkac hafta once siyaseti birakmis bir tiryaki olarak, icime cektigim duman beni tatmin etmiyor... Birkac nefes daha almaya karar veriyorum.

"Amerikan secimleri hakkinda ne dusunuyorsun? Sence neler olacak?" diye soruyorum. Cevabim gelmeden, icime cektigim bu soruyla basim donuyor adeta...

"Demokratlar cok ondeler... Mckane alir diyorum. Yine de; Obama pes edecek gibi durmuyor. Bir de Obama'nin buyuk bir sansi var! Ilk siyahi baskan olacak olmasi, onun icin buyuk avantaj! Dedigim gibi, Amerika, herkese buyuk firsatlar sunabiliyor... Afrika'dan ve Musluman bir kokenden gelen Obama, su anda Amerika Baskani olmak icin aday konumda... Bu muazzam bir olay!"

"Peki ya Hillary..." diyorum.
"Ah Hillary coktan kaybetti." diyor. Degme siyasetcilere tas cikartan surat ifadesi kahkaha atmamam neden oluyor.

"Yeni hedeflerin ve hayallerin var mi?" diye soruyorum.

"Olmaz mi? Hayaller ve hedefler olmadan yasanir mi? Hazirlamakta oldugum bir kitabim var. Inglizce yazdim. Turkce olarak yeniden yaziyorum simdi... Kisa surede yayinlamak istiyorum.
Adi, 'Cirak'. Koyden yola cikip, Istanbul'a gelen ve sonra da dort ayri ulkede bambaska bir hayata adim atisin hikayesi... Ayrica, bir insan Amerika'da nasil ayakta durur bunu da anlatiyorum icerisinde..."

"Hali-hazirda basmak icin yayin-evleri siraya girmist olmalilar..." diyorum.

Guluyor... "Birkac tanesiyle gorusuyorum. Yine de, kendim bastirmayi dusunuyorum. Belki bir yayin-evi kurarim... Hem ne dersin, senin su romani da aradan cikartiriz." diyor.
Bu sefer ben de gulerek, gayet simarmis ve utanmis bir sekilde koltugumda kaykiliyorum.

Devam ediyor; "Ayrica, 'Cirak' kitabimin filmini cekmek istiyorum. Bu filmle; Turkiye'ye Oscar getirmek istiyorum... Bir de cok sira-disi ve sivri bir senaryom var. 'Good Muslim/Iyi Musluman' adinda; Muslumanligin teroru cagristirdigi su gunlerde, bir terorist dini olmadigini kanitlamak adina; kurban edilen bir dini anlatan bir senaryo..." diyor.

Fazlasiyla etkileniyorum. Muslumanlari kurban eden degil de, Muslumanligi kurban eden deyimi gercekten etkiliyor beni. "Sanirim; gercekten bir dine ait olmak boyle bir sey... Inanmak boyle bir sey..." diyorum icimden.

Konu 'Oscar Odulleri'nde bir sure kilitleniyor. 'Alti Altin Heykelcik' yazimdaki hayalimle fazla uctugumu soyleyen insanlar hakkinda konusuyoruz. "Citayi ne kadar yuksek tutarsam, citaya erisemesem de ziplayabilecegim en yuksek yere ziplarim diyorum ve hayal kurarak yola cikilir diyorum ama anlatamiyorum."

"Aldirmayacaksin. Kulak asmayacaksin. Bildigin yolda, hedefine ilerle sen..." diyerek omzunu silkiyor.

"Hangi takimlisin?" diye soruyorum, daha fazla insani cekistirerek, harcamamak icin...

"Besiktas!" diyor ve hemen "Iki buyuk var, Yeni Raki ve Besiktas!" diye ekliyor.

Kahkahalara boguluyoruz.
Farkli hayatlarin icine entegre olmus biri olarak, adaptasyon sorunu yasayip, yasamadigini soruyorum. Icinde bulunulan kabin formunu almaktan bahsediyor...
"Girdigim kulturlere ayak uydurdum. Ben Turk'um ve Turk gibi yasayacagim deseydim cok zorlanirdim ve hicbir sey yapamazdim.Turk oldugumu bilerek, icinde bulundugum kulturu kabul ettim." diyor.

"Turkiye'nin bu karamsar ortaminda, hayaller kuran genc arkadaslara bir seyler soyleyecek olsan..." diyorum.

"Hayallerine kavusmak icin tek yapmalari gereken ilk adimi atmak! Sevgili Hocam Ahmet Durul'un kitabindan bir alinti yaparsam; "Kendilerini pazarlamayi bilmeleri gerekiyor!" ve bu Turkiye'nin de ihtiyaci olan bir ogut niteligini tasiyor.
Hayallerini sarilmalari disinda, genc arkadaslarima verebilecegim en buyuk mesaj; insan olmayi ogrendikten sonra; her sey kendiliginden bir duzene giriyor. Isin kotusu, insan olabilmek ne parayla, ne varlikla, ne de egitimle oluyor. Icten gelen bir yolda, insanliklarini kesfetmeleriyle hayalleri bir bir sekillenecektir."

Kendini 'Gandhi' gibi bir insan olarak tanimlayan Kevin, her kelimesi ve her hareketiyle; kendisine yaptigi bu yakistirmanin hakkini veriyor!

"Ayirdigin zaman icin ve seninle roportaj yapmama olanak sagladigin icin tesekkur ederim." diyorum.

"Ben olanak sagladim, sen de cok iyi degerlendirdin!" diyor ve gulerekten esniyor.

Bu sirada sekeri dusen kardesim kutuphanenin onunden hizla geciyor. Biz de onu takip ederek mutfaga giriyoruz. Uyku oncesi keyfi olarak beyler sutlerini aliyorlar, ben her daim icecegim olan kahveme sadik kaliyorum. Kurabiyelerimizle beraber kisa bir mutfak sohbeti yapiyoruz.
Seker cocuk kardesim, insulin seviyesini dengeledigine inandiginda agzinda cignemekte oldugu kurabiye nedeniyle anlasilmaz bir seyler geveleyip yukari cikiyor.
"Kahve uykunu kacirmaz mi?" diye soruyor Kevin.
"Bagisikligim var, etkilemiyor." diyorum. Ses tonumuzu kontrol edemedigimiz bir sekilde attigimiz kahkahalari, kosedeki taburede uyuklamakta olan kedim Garfield'in tisslamasiyla sonlandiriyoruz.

"Evet, sanirim ilk roportajimin sonuna geldik." diyorum. "Nasildim?" diye bitmis olmasinin rahatligi esliginde gayet simararak soruyorum.

"Basariliydin. Spontane bir sekilde karar verdigimiz bu roportaj, hic hazirliksiz hayata gecirdigimiz bu plan bana gayet keyif verdi." diyor.

Mutfagin isigini kapatiyoruz. Merdivenlerde, "Bu arada; 50ytl.'lik roportaj ucretimi alabilir miyim?" diye soruyor.
Kahkalarimin merdiven boslugunda yaptigi yankiyi onlemek icin ellerimle agzimi kapatiyorum.
"Sabah kahvaltida bir kez daha hatirlat lutfen." diyorum.

Misafir odasina girerken; "Kevin..." diye sesleniyorum.
"Bu roportaj ucreti sakasini da yazabilir miyim?" diye soruyorum.
"Yaz tabii... Hatta rakami daha yuksek yaz!" diyerek kapisini kapatiyor.

O anda cok 'saf' bir gazeteci oldugumun farkina variyorum. Butun roportajlar uzerinde oynanirken, butun cumleler saptirilip-yamultulurken; ben en basit espriyi bile 'yazayim mi?' diye soruyorum.
Kevin'in sunmus oldugu safligi dusunerek, bozulmamayi umut ediyorum.
Ileride, bu isin gediklisi oldugumda da; siz okurlarimin halen bu safligimla bana sahip cikacaginiza inaniyorum.
Ne de olsa, gazeteci olmak; insan olmaya engel olamiyor! "Henuz kucuk bir balik, taze bir gazeteci olsam da; tozlanmiyorsam eger... Ileride belki biraz sararirim ve kararmadan kendimi saklarim herhalde..." diyorum.

Kim bilir, belki dogal ve gercekten gercek roportajlar yapan birilerine de ihtiyac vardir bir yerlerde...
Gulumseyerek koltuguma oturup, dusun-seli'mde kayboluyorum.
Bir anda; elektrikler kesiliyor ve ardindan uc kere 'Tak' sesi yankilaniyor.
Kucagima bakiyorum, kocaman bir yesil elma duruyor.
Koltugumun dibinde yatan Garfield'tan isirik sesleri geliyor. Bakiyorum, coktan yarisini mideye indirmis.
Misafir odasindan da "Agh!" sesi yankilaniyor, sanirim Kevin'inki kafasina isabet etmis...

Masal mi hayatin icerisinde yoksa hayat mi masalin icerisinde, ne yasayanlar, ne de okuyanlar bilememis...

Gokten uc elma dusuyor;
Biri kedim Garfield'a;
Biri Kevin'a;
Biri de siz sevgili okurlarin kafasina!
Ve masal da boylece baglaniyor hayata... -z.d.-


zeinep'in 2kutlamasi:
Minik, guzeller guzeli, pamuk kalpli kardesim; Cansu Dikmen'in saclarina bahar cicekleri donatarak;
&
Yakinda piyasaya cikacak ilk albumleri (PickPocket) ile muzik dunyasini sarsacak olan, davulun sesinin yakindan da hos gelebilecegini kanitlamis insan ve hayrani oldugum Emir Celt'e buyuk alkislarla isliklar calarak; iyi ki dogdunuz derim.
Tatli annelerinize pek cok tesekkurler, iyi ki sizleri dogurmus! Nice mutlu ve saglikli yaslariniza, hep birlikte!

No comments:

“All there is...   is consciousness.”

dusler-de...

dusler-de...
ya da muallak ve araf'ta...
Early bed, Early rise, Makes a girl;
Healty, Wealthy and Wise...


- Atilla Agabey, bunu bana soylediginde yatili okula gonderiliyordum... Kulaklarin cinlasin; kocaman oldum ve hic unutmadim.