hAiku boX

hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX

Thursday 16 July 2009

Beyaz PaPatya...




Bir deli rüzgâr esti, savurdu her şeyi…

Sallanan yaprakların hepsi, uçuşmaya başladılar o andan beri…

Tatmin olmadım ki; bu nedenle olsa gerek, verandadan çıktım, basamakları inerken sandaletlerimi çıkarttım. Çıplak ayaklarımla bahçede yürümeye başladım.

Köşedeki mor menekşelerin arasında, tek başına beyazlamış olan papatyayı koparttım ve yapraklarını yolmaya başladım.

‘Beyaz papatya…

Bir seviyor beni,

Bir sevmiyor.’

Son yaprağını da çimenlerin üzerine düşürünce gök gürledi. Başımı kaldırıp, gökyüzüne baktım. Bulutlar kaşlarını çatmışlardı. Dinmiş olan deli rüzgârın ardından gülümsemiş olan güneş, artık somurtuyordu…

Bir kez daha gök gürledi.

‘’Sanırım yanlış bir şey yaptım.’’ diye düşünürken; irice bir damla, yüzüme dokundu ve cin gibi açık olan gözlerimi kapatmama neden oldu…

Hemen ardından başladı sağanak… O anda anladım ki; ‘Doğa Ana’ hayallerini temsil eden ‘Beyaz PaPatya’sına ağlıyordu.

Kıpırdamadan öylece durdum. Ne kadar sürdüğünü bilmiyorum. Tek söyleyebileceğim; sırılsıklamdım!



Evet; kışın izlerini silen ‘Nisan Yağmurları’ndan sonra, Mayıs’ın kokusunu yayan ve bahar sersemi ruhları yıkayarak yeniden yeşerten ‘Mayıs’ın Göz-Yaşları’ da gelmişti…

İlkbaharın canlı ışıkları ile beraber gök kuşağı da sıcacık renkleriyle sarıp-sarmaladı benliğimi… İçimi ısıtan; güneşin parlaklığı mı, yoksa gök kuşağının kolları mıydı çözemedim.

Yüzüme düşen ıslak buklelerimi kulak arkası ettikten sonra, kurulanmak üzere verandaya geri döndüm.



Bahar havası; güneşin sıcaklığını, uçuç-böceklerini, gün içerisinde vızıldayan arıları, izlerken bile yorucu tempolarıyla ağzımı açık bırakan karıncaları, envai çeşit renk ve kokulardaki çiçek tomurcuklarını, iştah kabartan meyveleri ve susmak bilmeyen göçmen kuşları da beraberinde getirmişti yine…

Bu bahar; ‘Kiraz Ağacıma’ konuk olmuş-olan göçmen kuşlardan biri, bir hayli gevezeydi… Bütün kış boyunca yaşadığı maceraları anlatacak ve bu yaz; geceleri sıkılmayacağım diye düşünürken, telefonum çalmaya başladı. Tam bu sırada içeriden de seslendiler. Düşüncelerimden sıyrılıp; telefona mı, yoksa içeriden yükselen sese mi cevap vermeliyim derken… Telefon sustu. İçeriden de ‘’Tamam, tamam… Gelmene gerek yok! Ben hallettim!’’ diye bir ses duyuldu.

Bekleme ve bekletme sürelerini iyi ayarlamak gerektiği bir kez daha kafama ‘dank!’ etti.

Tekrar düşüncelerimin girdabında kaybolup, üzerinde oturmakta olduğum salıncak gibi usul usul gıcırdayarak, bir ileri, bir geri sallanırken… Burnuma keskin bir şekilde, mis gibi hanımeli kokusu ilişti. Kokunun kaynağını merak edip; bir hayli uzağımdaki bahçe kapısına sarılmış olan hanımelilerine baktım. Koku, git-gide daha belirgin bir hal aldı. Mümkün mü bu diye zihnimde mesafe hesapları yaparken; az önce kaçırdığım telefonun ucundaki [parfüm şişesini üzerine boşalttığını düşündüğüm] arkadaşım verandanın basamaklarında belirdi.

Yüzünde göz-alıcı bir gülümseme vardı; elinde de kocaman bir papatya demeti…

‘’Kim koparttı o kadar papatyayı?’’ diye gözlerimi de fal-taşı gibi açarak sordum.

‘’Kimin umurunda!?! Artık yolmayacağım için, pek bir önemi yok!’’ diyerek yanıma oturdu. Böylece; ikimiz ve papatyalar, hep beraber sallanmaya başladık. Kısa süren sessizliği; hapşırarak böldüm ve ‘’Doğa Ana bahar dönemlerinde neden daha çok ağlıyor, şimdi çok daha iyi anlıyorum… Her önüne gelen; onun minicik, renkli ya da renksiz, kokulu ya da kokusuz bütün çiçeklerini kopartıyor!’’ dedim.

‘’Bazıları… Yani, senin gibiler de…’’ diye cümlesine başlayan arkadaşımı; ‘’Evet; benim gibiler kopartmakla kalmayıp, bir de hunharca yoluyorlar o güzelim yavrucukları…’’ diyerek tamamladım.

‘’Belki de yanılıyorsundur Zeinep… Belki de; Doğa Ana mutlu olduğu için bizlere armağan ediyordur o yavrucukları. Aksi halde; insanlığın tüm acımasızlığına karşı, her bahar çiçeklenmeye devam etmezlerdi… Şu senin sadık ‘Kiraz Ağacın’ bile gülümsemezdi!’’ dedi ve beraberce sallanarak, pembeli-beyazlı çiçekler vermiş olan ‘Kiraz Ağacıma’ baktık.

Derin bir nefes aldıktan sonra da ‘’Ve sanıyorum ki; o yağmurlar bile doğanın mutluluk göz-yaşları…’’ diye ekledi. Sandaletlerimi yeniden çıkarıp, dizlerimi karnıma çektim; ardından da ‘’Mutluluktan ağlayacağı ve bizlere böylesine muhteşem armağanlar sunacağı kadar ne olmuş olabilir? İnsanlığın bunları hak ettiğini söyleyemeyiz değil mi:’’ diye sordum.

‘’Âşık olmuş-olabilir!’’ diye, tüm yüzünü aydınlatan bir gülümseme eşliğinde cevapladı. Kendime sarılmış bir halde yana doğru döndüm. ‘’Yoksa! Yoksa!?!’’ diye mırıldanırken; yüzü daha da aydınlandı ve adeta çiçeklerle kaplandı…

Dudaklarımı aralamış, kekeleyerek bir şeyler söylerken; kucağındaki kocaman papatya demetine sarıldı ve ‘’Evet, evet, evet aşığım!’’ diye bağırmaya başladı.

Şaşkınlığımın yerini eğlenen bir surat ifadesi aldı. Başımı iki yana sallayarak, ‘’Çocuklar, sarhoşlar ve âşıklar…’’ dedim.

‘’Olmadıkça, anlayamazsın!’’ dedi, bahar havasını içine çekerek derin bir nefes aldı. Cıvıldayan kuşları dinleyerek, omuzlarımda duran havlumla nemli saçlarımı kurularken; sessizce sallanmaya devam ettik. Arada bir inanamayarak kafamı sola çevirip, yüzüne bakıyordum. Bizim kız; az önce yağmurun altından çıktığımda nasıl sırılsıklamsam, öyleydi ve aramızdaki tek fark; ‘aşk’ kısmındaydı… Bizim kız; aşktan sırılsıklamdı!

Benim yolduğum papatyaları, sevgiyle okşayarak derin derin içini çekmeye devam etti; ben de gülümseyerek, ‘’Eyvah, eyvah, eyvah!’’ dedim. ‘’Abartma lütfen; o kadar da değil!’’ diyerek çıkıştı.

‘’Daha ne olsun, şu haline bak şaşkın ördek! Kim bu şanslı delikanlı:’’ diye sorarken; bahçe kapısının ardında ‘’Hey! Dur! Yapma diyorum sana!’’ diye komşunun köpeğine yakalandığı belli olan birinin bağırışları yükseldi. Bizim kız; adeta ışık hızında salıncaktan atladı. Düşecek gibi olduğumdan ayaklarımı indirdim ve ne olduğunu anlamaya çabalarken de ‘’Rex; aşkımı bırak!’’ cümlesiyle kahkahalara boğuldum.

Bu baharın ilk şanslısı, ilk enişte adayı, kendine çeki-düzen vermeye çalışarak verandanın basamaklarını tırmanırken; ben de kahkahalarıma hâkim olmayı denedim. Kısa süren tanışma faslının ardından, kahve yapayım diye ısrar etsem de; sahilde yapacakları kahvaltı için izin istediler. Bunun üzerine ben de yaptıkları daveti, hem kahkahalarıma hâkim olamayacağım için, hem de taze âşıkları yalnız bırakmanın daha doğru olduğuna inandığım için; ‘’Başka bir sabah artık…’’ diye, teşekkürlerimi de ekleyerek geri çevirdim.

‘’Madem öyle, biz de kahveni başka zaman içeriz. Kalkalım mı aşkım?’’ diye sordu bizim kız. ‘’Kalkalım aşkım… Siz de önümüzdeki günler için sözleşin. Çok memnun oldum Zeinep…’’ dedi esas oğlan; bizim kızın elini okşayaraktan.

‘’Hay hay, ne zaman isterseniz… Randevuya gerek yok! Ben de çok sevindim!’’ dedim ve boşta olan eliyle tokalaştım. Kahkahalarımı patlatmamak için kendimi zor tutuyor, dudaklarımı ısırıyordum. Dolayısıyla; konuşurken garip sesler çıkarttığım için kısa kesmeye çabaladım.

Verandanın basamaklarından inerlerken; ‘’Ah! Az kalsın unutuyordum. Bir dakika aşkım…’’ dedi bizim kız ve parmaklarını körpecik eniştenin parmaklarından kurtardı. İçimden yükselen kahkahalara, artık kulaklarıma kadar uzanmış ağzımdaki kocaman gülümsemeyle engel olmaya çalışıyordum.

Elindeki papatya demetini kollarıma bıraktı. ‘’Sana getirmiştim. Ara-sıra yolsan da papatyaları ne çok sevdiğini biliyorum.’’ dedi. Teşekkür edemediğim için; sarılmak üzere kollarımı açtım, boş kalan kollarımla dengemi kaybedip sendeledim ve verandanın direklerinden birine tutunarak ayakta kalmayı başardım.

Ben düşme tehlikesi atlatırken; ‘’Gidebiliriz aşkım!’’ dedi, bizim kız. ‘’Gidelim aşkım!’’ diye karşılık verdi körpecik enişte.

Başka bir durumda, boş kalan kollarım yüzünden feci kırılabilirdim. Fakat kahramanlar ‘çocuklar, sarhoşlar ya da âşıklar’ ise; üzerinde durmayabilirim diye düşündüm...

Bahçe kapısından çıkarlarken; esas oğlan biraz irkildi. Bizim kız aşkını korumak için adeta hırladı ve zavallı, şaşkın komşu Rex kendisini çifte kumrulardan kurtarıp, bizim bahçeye attı ve doğruca yanıma geldi.

Halen aptal bir şekilde ağzım-kulaklarıma vararak gülümsemekte olduğumu; Rex verandanın basamaklarında durup, kafasını büküp, bana bakarak havlayınca anladım. Kendime gelince; ‘’Nedir bu kızın hali?’’ diye sordu. Kısaca; ‘’Âşık!’’ diye cevapladım, gülmeye devam ederek…

‘’O herife âşık olunur mu?’’ diye bahçe kapısına gözlerini devirerek hırladı. ‘’Haklısın komşu ama kabul etmelisin ki çok komiklerdi…’’ dedim. Bir kez daha havladı. ‘’Oturalım mı Rex?’’ diye sordum. ‘’Oturalım aşkım!’’ demese de; benim ardımdan salıncağa zıpladı.

‘’Artık öğrendin ha?!’’ dedim. Aynı anda salıncağa oturmaya çalışırken, her ikimizin de birkaç kere yere düşüşünün ardından, ben oturduktan sonra zıplamayı öğrenmişti…

‘’Rex; sen asabi bir adamsın ve sana bir uyarım olacak. Sen, sen ol ‘çocuklara, sarhoşlara ve âşıklara’ karışma…’’ dedim. Hafiften hırlayacak gibi olduysa da, fazla karşı çıkmadı. ‘’İçimizdeki çocuğu öldürmediğimiz ve aşk sarhoşu olduğumuz sürece dokunulmazlığımız var!’’ diye mırıldanarak ekledim. ‘’Senden aşk sarhoşu olur mu bilmiyorum; ama içindeki çocuğa senden daha iyi sahip çıkacak kimse olamaz!’’ dedi ve ardından patilerini yalamaya başladı. Onun bu hareketiyle salıncak gıcırdayarak hız alırken, söylediği cümleyle de beynimden garip sesler yükselmeye başladı…

‘Hakikaten doğru muydu? İçimdeki çocuğa sahip çıkıyor muydum? Yoksa son zamanlarda varlığını bile unutmuş muydum?’ Düşüncelerim, vicdanımı kurcalarlarken; kendimden geçtiğimi, bu sefer kedim Garfield’ın kucağıma zıplamasıyla fark-ettim. Kendime gelmemle, hepimiz salıncakta gümbürtüyle sallandık!

‘’Selam Rex!’’ dedi Garfield. Rex ise; sevimsizce garip bir şeyler homurdandı yanıt olarak. Gerginliği hissederek, ‘’Eeee nerede kalmıştık Rex?’’ diye aralarına girdim ve ‘’Garfield; az önce gelmeliydin… Kısa bir komedi-aşk filmini kaçırdın! Rex ile beraber deminden beri gülüyoruz…’’ dedim.

Burnuna sürtünen papatyalardan dolayı hapşıracak gibi gözlerini kırpıştıran Garfield; ‘’Aşıklarla dalga geçmemeyi ne zaman öğrenecek, ne zaman büyüyeceksin!?!’’ diye tısladı ve hemen ardından da ürkütücü bir gürültüyle hapşırdı.

Rex; isteksizce ‘’Çok yaşa Garfi…’’ dedi.

‘’Pek memnun olmayacak-olsan da, sen de gör Rexi…’’ diye karşılık verdi çokbilmiş Garfield.

‘’Çocuklar, yapmayın! Biraz bahardan etkilenin ve birbirinize daha sevecen davranmayı deneyin. Haydi ama…’’ dedim. Kısık gözlerini bana çevirerek; ‘’Sen bahardan etkilendin mi Zeinep?’’ diye sordu Garfield.

Ne diyeceğimi bilemesem de, bir şeyler söylemek için dudaklarımı araladım ki; ‘’Senin gibi bir herifle yaşarken bahardan etkilenmesi mümkün değil! Ben, Zeinep’e hak veriyorum…’’ diye hırladı Rex, konuşmama izin vermeden.

‘’Hahayt; hiç güleceğim yoktu sevgili Rexi! Senin gibi aylardır yan bahçenin dilberi, kıvırcık Fifi’yi tavlayamamış bir herifle yaşasa belki bahardan etkilenirdi, değil mi?’’ diye, soruyla karışık ağır sözler söyledi Garfield. Hassas noktalarına dokunulmuş olan Rex’in suratı kaskatı kesildi.

‘’Kalksam iyi olacak; sahibim merak eder…’’ diye homurdandı.

‘’Sen hiç rahatını bozma komşu! Siz iki aşktan anlamayan kelek kavunu baş-başa bırakmak benim için zevktir! Zaten papatyalara da alerjim var…’’ dedi ve ‘’Olur da bahardan etkilenirseniz, aşk şiirleri yazmak için benden yardım istemeye gelmeyin!’’ diye ekledi kucağımdan inerken…

‘’Âşık olsam da klişe aşk şiirleri yazacağımı sanmıyorum!’’ diyerek kükredim.

‘’Aldırma Zeinep! Garfield; olsa olsa devasa boyutlardaki karamelli bir pastaya ya da fırından yeni çıkmış bir pilice olan aşkına şiir yazar… Bu bizim romantizm anlayışımıza pek uymuyor!’’ dedikten sonra; tepinerek gülünce her ikimiz de salıncaktan düştük.

Garfield suratını buruşturarak bize baktı ve verandanın kapısından içeri girip, mutfağa yöneldi. Biz de Rex ile bir süre sessizce yerde kaldık.

Papatya demetimi yuvarlandığı sehpanın altından alarak, yeniden salıncağa çıktım; bağdaş kurdum. Rex de ayağa kalktı. ‘’Öğlen yemeğine Fifi ile buluşacağım, gidip kendime biraz çeki-düzen vereyim. Akşama görüşürüz.’’ dedi. Hiç sesimi çıkartmadan, gülümsedim.

Verandadan indi, bahçe kapısının önüne ilerledi ve durdu. Acaba bir şey mi unuttu diye etrafa bakınırken; Rex’in bir şey taşımadığı aklıma geldi.

‘’Zeinep!’’ diye seslenmesiyle başımı kaldırıp, yeniden bahçe kapısına çevirdim.

‘’Beyaz PaPatyalarını yolduracak değil; saçlarına taç yapacak bir adamla karşılaşınca, sen de bahardan etkileneceksin. Bunu biliyorum… Zaten o zaman ben de; az önceki herife yaptığım gibi paçasına yapışmayacağım, emin olabilirsin! Ve benim de sana bir uyarım olacak; sen, sen ol, içindeki çocuğa sahip çık! Çünkü seni güzel kılan, en belirgin özelliğin bu!’’ diye bağırdı.

‘’Akşam-üzeri gel de frizbi oynayalım!’’ dedim ve ‘’Rex; bugünkü yazıma başlık koyduğun için teşekkür ederim.’’ diye ekledim. Neşeyle kuyruğunu sallayarak, mis kokulu hanımelilerin altından geçti ve bahçe kapısının ardında gözden kayboldu.

Salıncağın gıcırtısına karışan bahar meltemi eşliğinde, yağmur sonrası hâkimiyetini ilan etmiş olan toprak ve çiçek kokularını içime çektim. Kucağımda duran papatya demetine bakarak, minik beyaz yapraklarını okşadım. Kısa süren iç-sessizliğimin ardından; Rex’in sözleri kulaklarımda tekrar tekrar çınlamaya başladılar ve kendi kendime;

‘’Yoldurmayın bana artık papatyaları-mı!’’ diye mırıldandım…[z.d.]



zeinep’in notu: Baharın tüm canlıları ve canlananları etkisi altına almasıyla; her şey ayrı bir yeşeriyor bilmiyorum farkında mısınız?

Düşünceler ve yaratıcılık da bu muazzam ‘Bahar Etkisi’nden nasibini alıyor… Bu dönemde en basit kıpırdama bile; harelerle büyüyerek doğada bambaşka yankılar buluyor… Bunlardan birini geçen gün yaşadım.

Uzun zamandır dinlemekte olduğum bir parça; baharın da etkisiyle bir başka yankılandı zihnimin derinliklerinde…

Göksel’in seslendirdiği ‘Yabani Otlar’ parçasının;

‘Az sulanmış topraklarda,

Duygular yeşermezmiş…

Kupkuru kalplerde,

Sadakat değersizmiş…’ sözleriyle;

‘’Bahar yağmurları suladıkça doğayı ‘Bahar Etkisi’ dediğimiz duygu dalgalanımları yeşeriyor ve maalesef ki; günümüzün paylaşım kavramından yoksun, her şeyi bir kere koklayıp hemen çöpe atan, ne istediğini bilmeyen, günü birlik yaşayan canlıları (ya da cansızları mı demeliyim…) için, kupkuru kalplerinde tabii ki sadakat ve sevgi değersiz kalıyor…’’ diye düşündüm. Ve ardından da…

‘’Ne yazık ki; olan her zaman masum ve minik Beyaz PaPatyalara oluyor…’’ diye ‘Bahar Etkisi’ne isyan ettim!

No comments:

“All there is...   is consciousness.”

dusler-de...

dusler-de...
ya da muallak ve araf'ta...
Early bed, Early rise, Makes a girl;
Healty, Wealthy and Wise...


- Atilla Agabey, bunu bana soylediginde yatili okula gonderiliyordum... Kulaklarin cinlasin; kocaman oldum ve hic unutmadim.