hAiku boX

hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX

Thursday 4 January 2018

Bu akşam bir şey yaşadım. Ve ardından bir arkadaşımın paylaştığı instagram fotoğrafını gördüm. Sonrasında da yetkililerle enteresan bir konuşma yaptım. Sonuç olarak, Türkiye'de pek çok şey tam olarak benimsenmeden uygulandığı için, birkaç beden büyük duruyor. En sonunda da olmuyor! ... Akşam yemek yaparken, evde bir şeylerin eksik olduğunu görüp markete gitmeye karar verdim. Tembellik yapmak yerine! Ve evden çıktım. Yürüyerek markete giderken, marketin giriş kapısının ilerisinde birkaç gencin bir köpeği sevdiğini gördüm. Gülümsedim ve geçtim. Ardından bir çarpma sesi ve köpek haykırışları duydum. Gerisin geri sokağa koştum. Köpek yolun ortasında yatıyordu. 'Hoop kaçıyor!' filan dedikleri araç da biraz ileride durdu. Köpeğin yanına gittiğimde çok bağırıyordu. 3-5kişi toplanmış, öylece köpeğe bakıyorduk. 'Yolun ortasından çekelim!' dedim. Bu arada belediye melediye arayacak yer düşünürken, sanırım yüksek sesle konuştum. Oradan biri 'beyaz masayı ara' dedi. Aradım. Adımı, soyadımı verdim, yardım istedim. Bulunduğum ilçe belediyesine ait bir numara verdiler. Orayı aradım. Bu arada köpeğe su verdik. Ben köpeğe uygun yiyecek bir şeyler getirdim. Hayvancık kokladı ama yemedi tabi.. Titriyordu... Ve bir saat sonra birileri geldi. Köpeği aldı. Ben bu sırada bir içeri-bir dışarı derken köpeğin gidişini kaçırdım. Teslim eden güvenlik görevlileri ve genç bir çocuk bana getirdiğim mamayı geri verdiler. Çocuk bir şeyler öğrenirse bilgi vereceğini söyledi ve gitti. Eve gelince huzursuzlanmaya başladım. Denedim, denedim, denedim ve sonunda ulaştım! Köpeği alan adam, daireye gidince beni arayacağını söyledi. Beklemeye başladım. ... Bu arada arkadaşım instagram'da bir fotoğraf paylaşmıştı... 4-5aylık Golden ırkından olan dişi bir köpeği sahipleri evlatlık vermek istiyorlarmış... Aksi halde barınağa bırakacaklarmış.... ... Derken; belediyedeki adam beni aradı. Ben detaylı sorunca... Tüm sorularımı cevapladı. Ardından da bana, ''Dürüst olun, sizin köpeğiniz mi?!'' diye sordu. İlk önce uyanmadım, adama açıklama yaptım. Adam hala bir sokak köpeğinin sağlığını bu kadar merak edebileceğime inanamıyordu... ... Sonra uyandım! Elalem, tonlarca para verip, keyifle aldığı köpeğini, 'barınağa bırakacağız' tehdidi ile ortaya bırakıyorsa; adam da benim araba çarpan köpeğimi belediyeye bırakıp, sonra içimin rahat etmemesi nedeniyle aradığımı düşünebilir... Çünkü adama, 'barınaktaki koşullar nasıl?!' diye de sordum... ... Yani... Hayvan sevgisi güzel şey... Fakat; Türkiye'de, henüz üzerine 'hayvan sevgisi' kavramı tam oturmamış insanların, hayvanları uzaktan sevmesi en sağlıklı şey.... Aksi halde, benim bugün yaşadığım gibi trajik bir olay sonrasında, belediyenin yetkilisi 'Abla biz de seviyoruz hayvanları ama sokak köpeği bu kadar merak edilmez' demez! Tabi adama diyemedim... ''Benim köpeğime biri çarpsa, bir araç da çarpan adamı almak için gelmeliydi... Ve muhtemelen, köpeğimi belediyenin eline bırakmazdım!'' Evet diyemedim... Ve evet o köpeğe bu şekilde davranamadım da... Şimdi hayvana (sözde) ağrı kesici yapılmış, bir de iç kanama ile ilgili bir şey yapılmış. Yarın röntgen çekilecekmiş ve kırık varsa Cebeci'ye gönderilecekmiş... Ve ben, bir insan olarak, bana ait olmayan bir canlının sağlığını nasıl olur da bu kadar merak edebilirmişim?! HAYRET! Değil mi?! Tabi hepimiz hayvan seviyoruz! Her eve bir Golden alıyoruz... Aslına bakarsanız hepimiz birer hayvanız! Sadece birbirimizden biraz daha aciz, biraz daha eksiğiz, hepsi bu!

Tuesday 18 January 2011

Gazete eglenceli olabilir mi?
Gazete genc olabilir mi?
Bir gazetede, birden fazla renk, birden fazla ses olabilir mi?
Bir gazete hakikaten ucan balon gibi havalanabilir mi? Sabun kopugu gibi sade ve temiz olabilir mi?

Olabilir...

Gercekleri Kopurten Dort Kose Keyif Gazetesi,
www.gazetesabun.com

Sanirim bloga yazi yetistirememin de sebebi...

Saturday 18 September 2010




Gercekleri Kopurten Dort Kose Keyif Gazetesi...

Simdilik sadece;
www.gazetesabun.com diyorum.

Vaktim oldugu anda, gazeteyi ve enteresan gunleri bloguma da yazmaya calisacagim.
Hepinizi cok seviyorum.

Gazeteyi destekleyecegini ve okuyacaginizi biliyorum, inaniyorum.

Thursday 16 July 2009


Kisa Kisa Kisa...

Kan-ter icerisinde uyandim.Yorgani uzerimden savurdum; gozlerimi acip, yatagimda dogruldum. Ellerimle islanmis olan saclarimi geriye ittim. Yuzumu actim. Nefes almaya calistim.
Gozum saate ilisti, besi geciyordu...
Uc bucuktu yorganimin altina sigindigimda ve kisa bir uykuya misafir olmustum.
Yatagimdan ciktim.
Pencereye dogru ilerledim, perdemle beraber pencereyi actim. Hayal-meyal gorunen gunese kuslar senfonisi eslik ediyordu.
Yuzume carpan sabah ayazinda, yeniden nefes almayi denedim.
Kisacik uykumun, kendisinden daha kisa suren gorseli; kabus bitmisti.
Gune baslamak uzere, banyoya girdim.

...

Sabah toplantisi sandigimdan da kisa surdu.
Bir kahve aldim. Cebimde rahat duramayan telefonuma cevap verdim.
Arayan anneannemdi. Ogleden sonra; kardesimle yapacaklari alis-verise eslik etmemi istiyordu.
"Ben gelir, sizi alirim." dedim. Cok sevindi ve ardindan bir seyler anlatmaya basladi.
Konusmama imkan yoktu, anneannem almisti sazi eline...
Sabah saatlerinde; kuzenim Asli ile yaptigi konusmayi anlatarak basladi, ardindan bahcedeki kedinin hastalandigini, az once yemegi vurdugunu, temizlikci kadinin persembe gunu gelecegini soyleyerek devam etti.
"Anneannecim, oglen bulusunca konusuruz. Yapmam gereken bir suru is ve acelem var. Kisa keselim simdi. Haydi opuyorum seni..." dedim.
Hafiften bozuldu ve istemeye istemeye telefonu kapatti.

...

Kisa suren araba yolculugunun ardindan, alis-veris merkezinin otoparkina girdik. Sozde guvenlik saglayici olan makinalardan gecerken, kardesim kiz arkadasindan bahsediyordu. Anneannem ise; dersleriyle ilgilenmesi gerektigini soyluyordu. Tatli-sert bir tartismayla konusmaya devam ettiler. Hic araya girmedim. Kafam oylesine doludyu ki; sadece kulak misafiri olmakla yetindim.
"Iste, su soldaki dukkan." dedi kardesim; vitrine bakarak iceri girdik.
Begendigi pantolonun bedenini denemk uzere kabinlere girdiginde; anneannem sustu. Sarilip boynuna, optum. "Hadi ordan!" diyerek, hafiften itti beni.
"Sana hadi ordan! Istemem ama yan cebime yaparak somurtma karsimda; simdi kahvemizi icerken anlatirsin devamini..." dedim. Hic tepki vermedi. Kardesim; aynanin karsisinda kendini inceliyordu.
"Nasil oldu?" diye sordu. "Guzel, gayet guzel." dedim.
Anneannem kolumu sikti. "Belinden dusecek gibi ve pacalarini kisaltmak lazim, yerleri supuruyor." dedi.
"Moda bu anneanne!" dedi kardesim.
"Ne bicim moda?! Belinde durmuyor o pantolon!" diye cikisti.
Gulumsedim. "Beros, belinde durmamasi onun bilecegi is. Duserse de, 'erkegin mali meydanda!' der bunlar; ama, evet haklisin, pacalari biraz aldiralim." diye araya girdim.
Kardesim keyiflenmisti. "Ya pacalari kisaltmak icin birakmamiz gerekecek; ben aksam bunu giyecegim." diye homurdandi. Bize yardimci olan gorevli, kisa bir sure beklersek hemen hallolabilecegini soyledi.
Anneannem halen pantolonun beline takilmisti. "Dustu-dusecek!" diyordu.
"Kemer takar, birseycik olmaz; derdi sana mi dustu?!" dedim ve tartismaya donusecek anneanne-tepkilerine son noktayi koydum.

...

Koridorlarin birlestigi yerdeki bir kafede sohbete daldik. Cok fazla zamanim yoktu, yine de anneannemin gonlunu yapmak istiyordum.
Kardesim pantolonu aldigi gibi; bize ayirdigi bu kisacik sureye sukretmemizi belirten opucukleriyle tesekkur etti ve ortadan kayboldu. Artik alisik oldugumuz icin, umursamadik.
Kuzenim Asli'nin, sabah anlatmis oldugu hikayeyle beraber bir suru gereksiz bilgiyi; yarim saatlik sure icerisinde depoladim.
Otoparktan cikarken; anneannem halen anlatmaya devam ediyordu.

...

Kisa bir sureligine tekrardan ofise ugradim. Masamin uzerinde duran ve aksam calismam gereken notlarimi karistirirken; sirket ici telefon caldi.
Ahizeyi kulagima goturdugumde, klasik bir muzik sesi duydum. Beklemeye basladim. Ardindan da telefonda aglak bir sesle karsilastim.
"Zulal..."
Burnunu cekerekten konusmaya basladi; "Zeinep, gelmedi..." dedi.
"Kim gelmedi Zulal'cim?" diye sordum.
"Iste gelmedi. Akm'nin onunde bulusacaktik. Bir saattir bekliyorum. Usudum. Gelmedi ve telefonu kapali." diye cevapladi.
"Dur, dur, dur bir saniye... Sunu uzun uzun anlatir misin lutfen?"
"Telefonda mi?" diye sordu ve ardindan yine aglamaya basladi.
"Neredesin sen?" diye soruyla cevapladim.
"Akatlar Kultur Merkezinin onundeyim." dedi.
"Tamam Akmerkeze git. Geliyorum yanina." dedim.

...

Her zamanki yerimizde oturduk. Oturmamizla beraber koltugunu yanima cekti, boynuma sarildi ve aglamaya basladi. Kisa bir sure oylece sarildik-kaldik.
Ardindan, bir hayli gurultu cikartarak burnunu sildi ve anlatmaya basladi;

'Biliyorsun Cem'le aramiz iyi degildi. Dun aksam mesaj atti. Kisa ve oz bir sekilde; Akm'nin onunda 4:00'te bulusalim, konusmamiz gerekiyor; yazmisti. Bugun her seyi konusacaktik ve gelmedi! Telefonu da kapali..' diye tamamladi ve yeniden goz-yaslari sel oldu.
Ne diyecegimi bilemiyordum.
Her seyi konusacaklari bir bulusmayi, neden kisa mesajla planliyorlardi ki?!
"Bir de ben arayayim." dedim.

Bir kac kere caldi ve acildi. Zulal'in goz-yaslari donmustu. Bir kac tanesinin yanaklarinin uzerinde hareketsizce durduklarina dair iddiaya bile girebilirdim.
Gozlerimi Zulal'in gozlerinden ayirmadan, Cem'le konustum.
Telefonu kapattik. Gulumsuyordum.
Zulal, kaskati kesilmis bir halde bos ve sorgulayan gozlerle yuzume bakiyordu.
"Buraya geliyor." dedim.
Halen tepkisizce suratima bakmaya devam ettigini gorunce; "Akm'nin onunde bulusacaktiniz siz degil mi?" diye sordum.
'Evet...' anlaminda basini sallarken, bir yandan da burnunu siliyordu...
"Zeytinoglu Caddesindeki; Akatlar Kultur Merkezi'nin onunde mi yoksa; Taksim Meydanin'daki Ataturk Kultur Merkezi'nin onunde mi?" diye sorarak devam ettim.
"Akatlar'daki Akm'de. Eve yakin olan o..." diye cevapladi.
"Siz kisa kisa konusmaya devam edin. O da seni bir bucuk saat Taksim'de beklemis. Telefonunun sarji da bitmis..." dedim.
Suratindaki saskin ifadeye ragmen rahatladigi her halinden belliydi. Hatta icinde kabarmakta olan mutluluk belirtilerini gorebiliyordum.

Kisa bir sure icerisinde Cem'in yanimiza gelmesiyle, toplantiya gitmek uzere yanlarindan ayrildim.

...

Sunum basarili gecmisti. Asansorde; "Gecemizi-gunduzumuze katmamiza degdi!" dedi, ayni odayi paylastigimiz calisma arkadasim Deniz.
"Simdi sen bunu kutlayalim da dersin..." diyerekten sirittim.
"Nerede biraliyoruz?" diye sordu. "Valla ben sarapciyim." dedim.
"Pabucumun sarapcisi, bir kadehle sarapci olunmuyor ustadim." derken, yoldan gecen sari kutulardan birine isaret etti.

...

Ofise girip, dosyalari ve sunum kartlarini birakirken; Deniz'in sevgilisi aradi. Telefonu kapatirken; "Mesaj alindi; kutlama, kisa sureli ertelenecek." dedim.
"Bizden harika ikili olamaz!" dedi gulumseyerek. "Her yigidin harci degil konusmadan anlasmak." dedim.
"Buyuksun ortak!" diye alaya aldi beni ve sirtima vurdu.
"Sen de amcam gibisin; bir gun omurgamda hasara sebep olacaksiniz..." diye baslarken;
"Kisa kes, aydin havasi olsun Zeinep." diye susturdu.

...

Aksam trafigini cekilir kilabilmek icin; radyoyu actim. Yesile donmek bilmeyen bir isikta beklerken, telefonum soylendi. Susturmak icin actim.
"Sakizli muhallebi yaptim." dedi anneannem.
"Kahveyi hazirla, sogumadan geliyorum." dedim.
Yesili gorunce de direksiyonu kirdim, kestirmeden anneanneme ulasabilmek icin en kisa yola saptim.
Radyoda Ajda Pekkan; "Hiç bunları kendine dert etmeye değer mi? Şu kısacık ömürler yeter mi?! Hoşgör sen, affet gitsin aldırma..." diyordu.-z.d.-


zeinep'in notu:

Sehrin kosusturmacasi; her seyi kisaltiyor.
Vakit kisaliyor.
Sesler kisiliyor.
Hep bir acele...
Isimler kisaliyor.
Mektuplarin yerini, kisa mesajlar aliyor. Uzun mesafeli asklarin ozlemini, internet kisaltiyor.
Telefon, yollari kisaltiyor.
Genclik kelimeleri kisaltiyor. Sesli harfleri yutuyor, sessiz harflerle; sessizce anlasmaya calisiyor insanlar ya da anlasilmaz oluyorlar...

Kosusturmaca esnasinda, gunler kisaliyor.
Insan yasadigini anlamiyor.
Aralar kisalirken; aralar aciliyor. Paylasimlar azaliyor.
Cumleler dusuyor, eksik ve yitik hikayeler yaziliyor.
Kitaplar kisaliyor,
Hizli yemekler yapan yerler artarken, yemek sohbetleri kisaliyor.
Gorunurde dinlemeyi bilen cok kisi var gibi dursa da; cok konusmayi bilmeyen insanlar, dinlemeyi de beceremiyor.
Bekleme sureleri kisaliyor, en uzun omurlu sutlerin bile raf sureleri bir kac gunu gecmiyor.
Sabirsiz insanlar turerken; dayanma gucu azaliyor.
Soylenmemis olanlar artiyor. Ruhun icinde tortu birikiyor. 'Hayat Gailesi...' denen stres topu sayesinde, omurler kisaliyor...
Herkes, kisa surede koseyi donecek kestirme bir yol ariyor!

...

Israrla uzun yaziyorum.
Paylasmak istediklerimi dokuyorum satirlara...

Hep askla tutuyorum kalemimi ve yanginda ilk kurtarilacaklar listemin basinda diz-ustu bilgisayarim geliyor.
Huzursuzca koltugumda kipirdandigim an kalemi birakip, ara veriyorum.
Biliyorum; sevgiyle, askla yazmazsam... Okur hisseder.
Yazdigim tatla okur, okurlar.
Nasil yaziyorsam; oyle yanki bulacaktir diyorum.
Uzun yaziyorsam, oyle bir tutkuyla kaptirmis oluyorum ki; siz de kapilin, bir sure kisa kesmekten uzaklasin istiyorum.

Basligi okumaya basladiginiz an itibariyle de, yazdigim seyler bana ait olmaktan cikiyorlar.
Sizin oluyorlar.
Bir yazar olarak, bir hikaye yaziyorum gibi gorunse de; aslinda her bir okurla, yepyeni hikayeler yazilmis oluyor.
Uzun yaziyorsam, hayatinizda uzun hikayeleriniz olsun istiyorum.
Tadi damaginizda kalan, kestirip atilmamis olan.

Tuketimin hat safhada oldugu su devirde; tuketmeyelim hayatlari diye...
Belki de, tuketirken bile bazi seyleri hatirlayabilelim diye...

...

Bir sure, kalemim yapimcilarin ve yonetmenlerin himayesindeydi. Siparisle yaziyordum. Kalemim satilikti. Belli sinirlarim vardi.
Istenilen bir cerceve icerisinde yazmam gerekiyordu.

Simdi; kalemim kendi hur iradesiyle karaliyor kagitlari...
Ozgurlugunun tadini cikariyor.
Eger ki; uzun uzadiya yazarak ben de suyunu cikartiyorsam; affola demek istiyorum.
Yine de; size kisa yazilar vaadinde bulunamiyorum...
Kisa kesemeyecek kadar, geveze bir kalem oldugumu bilerek beni okumanizi rica ediyorum.

Su kisacik omurde, birakin ben de uzun yazilar yazan biri olarak var-olayim hayatlarinizda. Soyle bir bakarsaniz; hayatin devinimi icerisinde ne kadar zaman ayiriyoruz okumaya ve paylasmaya?
O zaman; hos gorun, aldirmayin ve birakin kendinizi kisa sureligine de olsa satirlarima...
Filitre Kahve:

Dun sabah kahvem zehir olmustu...
Sizler de biliyorsunuz zaten... Ne tadi, ne de tuzu kalmisti sabahin.
Bu sabah icin kesin kararliydim, hem biraz da enerji toplamak adina kendimle ilgilenecektim.
Kahve demlemeye karar verdim. Ozenle cektirttigim kahve cekirdeklerinin mis kokulu paketini acip, filitre kahve makinasina yerlestirdigim filitrenin gobegine birkac kasik sepistirdim.
Suyu da ekleikten sonra, dugmeye bastim... Vakum makinalarinin cikarttigi seslere benzer sekilde sesler cikartarak calismaya basladi. Etrafa yayilan koku, ruhumu oksuyordu adeta...
Merdivenlere yonelirken kapi caldi. Sabah sabah pek misafirim oldugu soylenemezdi. Hem de ses bahce kapisindan geliyordu...
Saskinlik ve merakla basamaklari daha hizli indim. Bahcede bir o yana, bir bu yana yuruyen kuzenimi gordum. Kapiyi acmamla, durdu, kostu ve boynuma atladi. Saskindim ve bu anlam veremedigim durumun nedenini fazlasiyla merak etmeye baslamistim.
Havanin yeterince soguk olduguna kanaat getirdikten sonra iceri girdik.
"Sen otur, ben taze demledigim kahveden birer bardak doldurup geliyorum.." dedim. Burnunu cekerken bir yandan da komik bir sekilde basini sallayarak beni onayladi.
Merdiveni kosa adim tirmandim. Hali hosuma gitmemisti.
Elimde kocaman iki kahve kupasiyla asagi indim. "Ah! Nasil unuturum?!" diyerek bir kosu tekrar yukari firladim. Hem kuzenimin cok sevdigi, hem de ruhuna iyi gelecek olan cikolatalarla ve zencefilli kurabiyelerle geri dondum.
Cikolata paketlerini gordugunde, yuzune yayilan gulumsemeyi de siz gormeliydiniz....
Bas koseye kurulmustu salonda ve kedim de coktan kucaginda yerini almisti. Genetik ozellikleri nedeniyle surekli gozleri akan ve surekli aglamis bir edayla dolasan kedimle, gayet uyumlu bir goruntu sergiliyorlardi. Kedimin de patilerinin arasina bir kutu mendil tutustursam, tatli ve gozleri yasli bir fotografa imza atabilirdim.

Hemen yanindaki koltuga yerlestim ve "Evet, seni dinliyorum... Hayirdir, sabah sabah..." diyerek topu attim.
Yutkundu. Kocaman bir yudum kahvesinden aldi. Kedinin kafasini oksadi. Bir yudum daha aldi ve bogazini temizledi. "Kahve cok guzel olmus." dedi.
Guldum. Tesekkur ettim. Duymak istedigim kisma gelmesi icin 'eee...' ifadesinde elimi salladim.
"Ya... Ofiste..." dedi ve saganak yagmura yakalandi. Burnunu da oyle bir sildi ki, zavalli kedim havaya sicrayak kucagindan uzaklasti. Normal sartlarda haline kahkahalar esliginde gulebilirdim, yalniz su anda durum ciddiydi!
One dogru egilip elimi dizine koydum, "Diledigin kadar aglayip, bagirabilirsin... Hatta soylenebilirsin de... Anlat ve rahatla! Kim ne yapti benim kuzuma?" diye tesvik edici anne rolume burundum.
Yayilmis oldugu koltukta huzursuz bir sekilde kipirdandi. Burnunu cekerek anlatmaya basladi;
"Ise baslayali bugun bir bucuk ay oldu Zeinep. Hemen hemen butun departmanlarda, pek cok kisi beni taniyor. Bir bucuk aydir yurt disinda bulunan bir de kadin var. Birkac fotografini gormustum. Yaptigi isleri incelemistim ve yurt disinda oldugundan henuz birebir tanisma sansim olmamisti. Dun ogleden sonra dondu. Aksam-uzeri ufak bir toplanti yapildi. Boylece biz de birebir tanismis olduk. Soguk ve mesafeliydi. Gayet normal karsiladim. Yasi ilerlemis olsa da, gozlerinden amatorlugu okunuyordu. Sindirmis bir insan olsaydi, yarim-yamalak tokalasmazdi zaten... Her neyse; uzerinde durmadim elbette. Bizim sektoru bilirsin, 'kurtlar sofrasi!' Toplantidan sonra, mesai bitmisti. Toparlanip, ciktim. Gec saatlerde patrondan bir e-mail geldi."
Iki gozu-iki cesme seklindeydi. Biliyordum hassasti benim kuzenim... Kim bilir patronu neler soylemisti.. Ahh ah! Dizini sivazlamaya devam ettim, yuzumde mumkun oldugunca sicak ve samimi bir ifade esliginde...
"Neden bana boyle bir e-mail attigina anlam veremedim. Seyahatten donen kadina benim en son isimi gostermis. Kadin da aksam patrona bir mail yazmis. Okumalisin onu, nasil hakaret edercesine, kucumser bir dille yazmis... Hani amatorlugunu hissetmistim dedim ya, bu kadarini beklemiyordum! Adimi dogru duzgun hatirlamadigini belirten 'neydi adi onun.. iste o kizin hazirladigi proje var ya...' diye baslamis e-mail'a... Gozlerime inanamadim. Kendimi savundum, elbette bana yakisan ahlakli, edepli ve asil bir sekilde... Bugun sirkete gitmek icin yola ciktim. Mideme kramplar girdi. Yazmis olduklari aklima geldi ve direksiyonu kirip, sana geldim." dedi ve gurultulu bir sekilde burnunu sildi.
"Cok da iyi yaptin canim kardesim!" dedikten sonra ayaga kalkip, sarildim.
"Simdi; -kahvemden bir yudum aldim ve arkama yaslanarak konusmaya devam ettim.- oncelikle is dunyasinin acimasizligini biliyoruz, degil mi? O zaman boylesi insanlarin, boylesi kucuk insanlarin, bu gibi tavirlariyla her zaman karsilasma ihtimalimiz var. Sen kendin dile getirdin zaten, 'kurtlar sofrasi' diye... Oturup bu yasamis oldugun durumu daha fazla desmeyecegim. Patronunun anlamsiz eylemini ya da kadinin dusuncesiz mailini konusmayacagim...
Senin soylemis oldugun, edepli ve asil cevabin gibi, sana ayni kivamda bir hikaye anlatacagim... Belki uygun bir toplantida ortaya anlatirsin ya da anlatmazsin, sana kalmis. Belki de bu olaydan ve anlatacagim hikayeden ders cikarir, kisasa kisas yapmazsin ve ayni davranislari is hayatinin hicbir evresinde sergileyen olmazsin." dedim. Zencefilli kurabiyelerden bir tane aldim ve oturdugumuz koltuklarin caprazinda duran kutuphaneme yoneldim.
Halen hickiriyor ve burnunu cekiyordu. Kedimse, ondan mumkun oldugunca uzak bir kosede konuslanmis, kabarik tuylerinin arasinda bulunan patlak gozleriyle kuzenime bakiyordu.
Kutuphanemdeki raflarima bir goz attim. Ortalarda bir yerde bulunan, orta kalinliktaki bir kitabi cekip-cikarttim. Kitap elimde, koltuga donup-oturdum.
Kuzenim cikolata paketlerinden birini bitirmis, ikincisine yoneliyordu. Gulumsedim...
"Bilirsin ki Sokrat, Eski Yunan'in bilgesiydi." derken, kitabi araladim...
"Bir gun Sokrat, eskiden tanidigi bir arkadasina rastlar ve arkadasi ona der ki;
'Seninle ilgili ne duydum biliyor musun?'
'Bir dakika, bir dakika bekle...' diye cevap verir Sokrat, 'Bana birsey soylemeden evvel, senin kucuk bir test yapmani isitiyorum. Ben buna 3-Filitre Testi diyorum.' diye ekler.
'3-Filitre Testi?' diye alayci bir sekilde tekrar eder arkadasi.
'Dogru... Benim hakkimda duyduklarini soylemeden once, bir sure durup ne soyleyecegini filitre etmek, iyi bir fikir olabilir. Birinci Filitre; ''Gerceklik Filitresi, yani bana birazdan soyleyecegin seyin/seylerin tam anlamiyla gercek olduguna emin misin?'' '
'Hayir!' dedi, 'Aslinda bunu sadece duydum ve..." diye ekledi.
'Tamam. oyleyse sen bunun gercekten dogru olup-olmadigini bilmiyorsun. Simdi, ikinci filitreyi deneyelim. ''Iyilik Filitresi - yani benim hakkimda, bana soylemek uzere oldugun sey iyi birsey mi?' diye sorar Sokrat.
'Hayir! Tam tersi...'
'Oyleyse;' diye devam eder Sokrat; 'Hakkimda bana kotu birsey soylemek istiyorsun ve bunun dogru oldugundan da emin degilsin. Merak etme, yine de testi gecebilme sansin halen var; Cunku, geriye bayagi onemli olan kaldi, ''Ise Yararlilik Filitresi - Bana, benim hakkimda soyleyecegin sey, benim isime yarayacak mi?'
'Maalesef, hayir!' diye cevap verir adam.
'Guzel. Eger; bana soyleyecegin sey, dogru degilse - iyi degilse ve ise yaramayan, faydasiz birseyse bana niye soyleyesin ki?' diyerek tamamlar." Kitabi kapattim, kahvemden bir yudum aldim. Kuzenimin yuzundeki yagmur dinmisti.
Gulumsedim ve "Iste bu Sokrat'in; iyi bir filozof olmasinin disinda, itibar goren ve saygi duyulan buyuk bir insan olmasinin da sebebiydi. Ne senin patronun, ne de o seyahatten donen is arkadasin olan kadin bu erdemlere sahip degiller. Bunlari onlardan beklemek komik olur degil mi?" diye sordum.
Onaylarken, yuzune zafer kokan bir gulumseme yerlesmisti.
"Ve her ikimiz de biliyoruz ki, B ya da C sinifi bir is arkadasi, A sinifi oldugunu anladiginda huzursuz olacaktir. Seni de huzursuz etmek icin elinden geleni yapacaktir. Cunku insanlar, kendinde olmayana sahip oldugunda senin de ondan yoksun kalman icin elinden geleni yaparlar. Huzurunu kacirmasina izin verme... Yolunda, emin adimlarla ilerle... Zaten herkes kendini belli eder. Kimin hatalari daha buyuk, kim kimden daha buyuk yolculuk esnasinda ortaya cikacaktir. Is dunyasi acimasizdir dedik. Tek kalemde harcanak olduklarini bilenler ve bir dayanaklari olmayan, saglam kemikleri bulunmayanlar bu sekilde tutum ve cabalarla is dunyasini bu hale getirenlerdir. En cok da kendileri muzdarip olurlar acimasiz eserlerinin, can yakici darbelerine maruz kalirlar. Sen, ayni edepli ve asil durusunla, bazi erdemlerin farkinda olarak sadece isini yap. Baska birseye ihtiyacin yok guzel kardesim. Yeni ve basarili olman, saglam ve bilgili durman; tabii ki urkutuyor bazilarini... Aslinda, senin aglamak yerine gulmen gerekir! Nasil da korkutmus, urkutmus ve endiselendirmissin onlari?!! Eh! Kimin kuzeni!! Gelecegin buyuk yonetmeni sahneye cikiyor degil mi? Tozu-dumana katacaginin izleri bunlar, aglamak yerine sevinmeye bak!" dedim.
"Iyi ki gelmisim... Cok tesekkur ederim Zeinep'cim... Cok tesekkur ederim canim kardesim. biricik kuzenim..." diyerek kollarini boynuma doladi.
Kapidan girdigi sirada da sarilmisti. Kendine olan guveni yara almis, kanatlari kirilmis oldugunu hissettiren bir enerjiyle dokunmustu. Bu defa, guclu kollarini hissettim boynumda. Geldigi sirada urkmus olan kucuk kiz, simdi yeleleri kabarmis bir aslan olan, gucunun farkina varmisti.
"Ileride ben de yonetmen koltuguna oturunca, stajyerlerime ve asistanlarima 3-Filitreden bahsedecegim. Sadece is hayati icin degil, dostluk ve aile hayati icin de harika bir hikaye kattin bana! Cok tesekkur ederim!" dedi, bahce kapisini acarken.
"Hicbir sey yapmadim, sadece asil olani, gercek olani gosterdim. Hicbir sey katmadim, hepsi senin icinde var-olan seylerdi... Eger; aciga cikmalarina benim sozlerim ve Sokrat'in hikayesi eslik ettilerse, ne mutlu bana! Haydi, ise gec kaliyorsunuz efendim... Gidin ve pes etmeyeceginizi kukreyin!" dedim.

Bitmis cikolata paketlerini cope attim. Ustun-koru de olsa etrafi toparladim. Ikinci kahvemi keyif yapmak icin doldurdum. Genclerin, itilip-kakilmaya degil; ellerinden tutulup- yureklendirilmeye ihtiyaclari oldugunu dusundum.
Kedim kucagima zipladi... Gerceklerin, sahte kelimelerden etkilenmeyecegini biliyordum. Faydali olacak diye birsey yoktu. Herseyden faydalanilabilirdi... Kuzenimin, patronu ve is arkadasinin davranisi faydali bir ders oluvermisti...
Iyi ise; her daim tehlikedeydi...
Birinin gununu aydinlatacaksa soylenmeliydi. Gununu karartacak olan kotu seyler ise, dillendirilmemeliydi. Nasil olsa, kotu konusacak birileri, bir yerlerde, bir cesit yasam formu olarak hayatlarini surudurecek ve kotuyu aciga cikartmaya devam edeceklerdi.
O zaman, iyiyi yansitacak olanlarin, iyi kalmasi onemliydi...
Kahvemden bir yudum daha aldim. Kuzenime ogrettikleri deneyim icin, patronuna ve is arkadasina icimden minnet duydum.
Gozum saate ilisti, ise fazlasiyla gec kalmistim. Hazirlanmak icin ayaklandim... -z.d.-

Sene-i Devriyede Balli Torun Olmak...

Erkek olmak isterdim...
Sirf onun gibi bir dede olabilmek icin...

Tabii onun gibi bir dede olabilmek icin sirf erkek olmak yetmezdi... Adam olmam gerekirdi, en basta da insan!

Boyle tanimlayabilecegim bir adamdi benim dedem...
Hayatimda; hemen hicbir seyi "Ben!" diye vurgulamaktan, "Benim!" diye tanimlamaktan haz etmem. Yine de zaman zaman insanin sahiplenesi geliyor.
En cok da kaybedislerden sonra... Elinden yitip-gittikten sonra... "Benim" diyor, yarim kaldigini fark-ediyor; yutkunuyor. Derin bir nefes aliyor ve "BenimDi!" diye tamamliyor.

Gecmis zamani kullanmak hic bu kadar zor olmamisti!

....

Tam bir senedir sensizim.
Koskoca bir sene dolmus.
Dun gibi hatirliyorum gidisini; sessizce uzaklastigin o sabahi ve gidisinden sonra daha da derinden yankilanan, cildirtici bir hal alan sessizligini...

...
Mart'in 17siydi, fena sayilmayacak parlaklikta bir cumartesiydi...
Odanda yatiyordun. Uzun zamandir odandan cikmamistin. Bu sure zarfinda seninle kalan pek cok sevenin olmustu, annem disinda...
Annem, hep son zamanda sahneye cikardi. Yine oyle olacakti. Bunu biliyordum.
Cumartesi gecesi, annem kalacakti seninle... Kimsenin bilmedigi bir aci saplanmisti, bunu duydugum an itibariyle.

Adalara bakan salonun kosesinde, koltugun icine gomulmustum. Iceriden sana bir seyler yedirmeye calistiklarina dair sesler geliyordu.
Tum gunu senin evinde gecirdim. Bir kere bile odana ugramadan. Bir seyler ters gidiyordu, biliyor ve inkar ediyordum.
Cok yazik olmustu, bunca ogretiye ragmen yine kendimi kandiriyordum.

Telefonum caldi. Sevgili arkadasim Melih ariyordu.
"Cikmalisin evden. Madem iceri de gitmiyorsun... Oradakilere de, kendine de bir faydan yok... Ayrica, dede'miz iyi olacak. Haydi ayaklan! Geliyorum." dedi ve kapatti.
Tek kelime etmedigimin farkinda miydi, bilmiyorum...
Ayaga kalktim ve ciktim.

Kalabaliktik... Haddinden fazla kalabaliktik!
Bizim ma-aile takimin uyeleri, normal zamanlarin aksine bu kadar cabuk ve bu kadar kolay bir araya toplanamaz, tam kadro bulusamazdi...
Melih, Kerem, Cenk, Ali hepsi benimleydiler... Guzay ile Emre de gelmislerdi. Bu kadari fazlaydi...
Bir seyler ters gidiyordu ve herkes inkar ediyordu.
Gir gir ve samata tahmin ettiginden de belirgin bir haldeydi, kahkahalarin ardi arkasi kesilmiyordu. Sanki bir bosluk olursa; bir seyler o bosluga dusecek gibi hissediliyordu. Ya da ben kendimi kandirmaya devam ediyordum.
En sevdigim yerlerden birinde sinemaya gitmek uzere hazirdik.
Film vizyona gireli bir gun olmustu. '300 Spartali'.
Seyir halindeyken duragandik, cikista ise; gayet filmin havasina girmistik. Icimizden biri -kim oldugunu hatirlamiyorum-; "Biri Zeinep'e laf atsa da, Sparta'lilar gibi kukresek!" dedi.
Hep bir agizdan kahkaha koyuverildi. Evet; ben de guldum.
Kim bilir sen ne haldeydin...

"Film bitti." dedim. Eve gidilecekmis gibi...
Nerede gorulmustu dostlarin beni, bu halde, yalnizligima terk edecekleri?!!
Bir seyler yemek uzere Fenerbahce'ye dogru yola koyulduk. Gece yarisini coktan devirmistik. Gun atlamisti bile...
Yemek yiyenler yedi. Midemin halini sen tahmin edersin dedecigim...
Ne icitigmi bilmiyorum, sadece yemek yiyenlere eslik etmek icin bir sey siparis ettigimi hayal-meyal animsiyorum.

Bir kac kere telefonum caldi. Her arayan, senin gitmekten vazgececegini soyluyordu. Diyecek sozum yoktu, dolayisiyla sadece dinliyordum.
Sabaha karsi sahilde oturduk. Birkac bir seyler icildi. Ayni samatayi herkes surdurmekte israrli gibiydi...
Gunes ciliz bir isikla gulumserken, zorlama bir gulucukle eslik ediyordum kendisine...
Eve donus icin, kucaklastik.
Melih; "Deden'e birakayim seni..." dedi.
Her daim, saati de goz onunde bulundurarak asiri dusunceli davranan torunun; bu defa inatci bir hal aliverdi. Oysa ki; ne kadar da yakin oturuyordunuz...
"Karsiya gecmek istiyorum, beni evime birakir misin lutfen?" diye tutturdum.
Tekrar tekrar yinelemesine ve dedemin evinin yoluna sapmis olmasina ragmen; israrlarima karsi koyamadi. Daha fazla zorlamak da istemiyordu.
Simdi nasil ic cekiyorum ve Melih'in sozunu dinlemedigim icin kendime kiziyorum...
Elbette; yasakli kelime olan 'keske'yi kullanmiyorum. Ya da sen oyle san; icimden deli gibi "Keske Melih'i dinleseydim!" diye haykiriyorum.

Eve vardigimda, saat 8:00di. Dus aldim ve yattim.
Bir sure sonra, babam uyandirmak icin kapima vurdu. Sabahleyin eve geldigimi soyleyerek, arkami dondum.
Bir sure sonra, yeniden, daha da israrci bir sekilde geldi ve bu sefer fazlasiyla alakasiz bir bahaneyle beni uyandirmayi denedi.
Maruzatimi bir kez daha yineledim, bu defa yorganin altina girdim.
Ucuncu gelisinde, sesimi cikartmadan kendi kendime homurdaniyordum. Babamin telefonu caldi. Kapimin onunden uzaklasirken;
"Evet; Ayse'nin babasini kaybettik." dedigini duydum.
Gozlerimi actim. Hemen hemen hic uyuyamamis birine gore, gayet seri bir hareketle dogruldum ve yataktan kalktim. Kapimi actim; kapinin kenarina tutundum.
"Baba.. baba..." diye seslendim. "Kacta?"
"9:00'da." diye boguk bir ses yankilandi iceride...
Oldugum yere coktum kapi araliginda ve icimde arka arkaya yankilanan sessiz cigliklari bastirmaya calistim.
Nafileydi... 'Keske Melih'i dinleseydim!' ....
Kendimde buldugum son bir gucle; kollarimdan da destek alarak ayaga kalktim.
Dedem'e gitmek uzere, hazirlanmak icin odamin kapisini kapattim.

Tam bir sene olmus sen gideli dedecegim...
Halen aglamadim.
"En erkek torunum sensin!" derdin hep ve "Ballim!" diyerek severdin...

Senin gidisinin ardindan bir hafta sonra da ben terk ettim Istanbul'u...
Bir sureligine, Edirne'de, Karakas Ailesine misafir oldum.
Sevim abla ve Kemal agabey, Istanbul'dan kacisimla beni karsilayip-kucakladilar...
Sabah kahvaltilari, kahve sohbetlerimiz. mac saatleri, aksam yemekleri, Sevim abla ile pogacalar yapip, orgu oruslerimiz, Edirne carsisinda cok sevgili ogullari Murat ile amacsiz gezintilerimiz...
Hicbir zaman unutamam... Benim icin anlamlari buyuk, paha bicilemez degerdedirler Sevim abla ile Kemal agabey...
Senin gidisinin ardindan, sana Edirne semalarindan yazmami saglayan, biraz olsun farkli bir hava solumam icin beni yanlarina davet etmis olan harika insanlar...
Oyle cok dinlediler ki seni; gidisinin ardindan Edirne'de bile meshur oldun dedecigim.

Nasil da gecti zaman...
Oysa; seninle yapacagimiz bir tren yolculugumuz vardi, hesapta Ankara'ya gidecektik. Aydemir Agabey'e baskin yapacaktik. Bizi gezdirmek zorunda kalacakti ve surekli gezmek isteyecektik.
Trenle, evet; trenle gidecektik... Uzun uzun sohbet edecektik. Sen anneannemi ilk gordugunde uzerinde bulunan kirmizi, mini elbisesini anlatacaktin. Ben islik calacaktim. "Zevzek! Birak samatayi, sana asktan bahsediyorum!" diye sakayla karisik cikisacaktin... Geri donus yolunda, ruzgarlarin geldigini fark-edecektik. Hafta-sonu icin program yapacaktik. Ucurtma mevsimini beraber karsilayacaktik...
Nasil da gecti zaman...
Yarim-yamalak kalan ne cok sey buluyorum senin ardindan...
En basta ben, sonrasinda da bir yigin sana hayran olan!
"Bir sene olmus! Vay anasini..." diyorum. Bir senedir, sana gelirken hep "Dedem'e gidiyorum." diyorum. Bilmeyen biri duydugunda, hakikaten uzakta oturduguna kanaat getiriyor. Sesimi cikartmiyorum.
Oysa; senin gozunde ne kadar gucluydum, hesapta en erkek torunundum. Simdi sesim cikmiyor ve belki aglamiyorum, yine de o kadar saglam durduguma inanmiyorum.
Herseyi kabul eden ve herseye kolay adapte olan Zeinep, nasil oluyor da halen sindiremiyor gidisini?
Belki de icindeki kucuk kiz; bekliyordur, bir gun onu yaniltip geri donmeni... Bu nedenle de istiyordur, kendini kandirmaya devam etmeyi...
"Kendini bilmek bile buyuk bir seydir!" derdin, kendime 'geveze' dedigimde...
Yine kendimi biliyorum da, neye yariyor sen karsiliginda tepki vermediginde?!

Gidisinin ardindan bir sene gecmis dedecigim...
Bir ay gectiginde, yanimda bir tomar fotograf tasiyordum, bugun de halen ayni haldeyim.
Gidisinin ardindan, ilk kez 'Private Sozluk Ailesi'nin bir araya geldigi bir aksam disari cikmistim.
Uzun sohbetin harmanlandigi, demlenerek gunu devirdigimiz bir aksamdi. Ilerleyen saatlerde, muzik yukseldiginde, yerimiz degismisti...
Simdi burada olsan, yine sana anlatirken bir hayli gucluk cekerdim. Mutlaka ya isimleri anlamazdin ya da "Ne caliyordu?" diye sordugunda, sanatcilarla ilgili sorun cikardi... Sonucta sana anlatmak birkac saatimi alirdi...
Evet; burada olsaydin da tum gun boyunca sana anlatsaydim, sen anlayana kadar anlatmaya devam etseydim...
'Joker' denen yere gectigimizde, bir onceki yere gore muzigin sesi, senin, kismalari icin garsonu cagiracagin kadar yuksekti. -Kuzenim Burce'nin konserinde bile, sesi biraz kismalarini soylemis bir adam oldugunu dusunursek...-
Pek cok kisi dans ediyordu ya da dans ettiklerini zannediyorlardi.
Bense; bir kosede, sozlugun gediklilerinden sevgili Adnan ile eskileri yad ediyordum. Konu eskilerden acilinca, fotograflari cikarttim. Gecenin sonunda, evlere dagilirken, Adnan; "Joker, gelmis-gecmis en enteresan geceye sahne oldu herhalde... Bizden baska catlak var midir buralarda, adalardan bahseden, siyah-beyaz fotograflara bakan?" dedi ve tok bir kahkaha koyuverdi.
Sanirim seni anmak icin boylesine enteresan bir ortam mukemmeldi. Ayrica; dedemin, pembe sacli kizindan da bu beklenirdi!

Mart'in 17'si bu sefer pazartesine denk geldi...
Is yerinden erken saatlerde ciktim. Eve gitmeyi gozum yemedi.
Kirdim direksiyonu. -Anneannem bu hallerimi sana cok benzetiyor, laf arasinda belirtmem gerekiyor!-
Annemin dukkanina, OSENMI'ye geldim. Babam da oradaydi.
Eve donus yolunda, super-markete ugradi annem.
Arabada, "Baba, cok ozluyorum..." dedim.
"Ben de ozluyorum." dedi.
Sustum.
Sustu.

Tum gece bir senenin muhasebesini/muhakemesini yaptim.
Belli kisimlarda, Okan'in ve Murat'in kafasini utuledim.
Saat 4:00'u geciyordu...
Yazmak istiyordum.
Murat, bahar efektiyle alkole bulanmis bir halde eve dondugu icin cenesine vurmustu.
Okan'i ise; gecenin basinda bizzat esir almistim.
Merak etme; kirli-camasirlarini anlatmadim... Yine de, ne var-ne yoksa paylastim da paylastim!
Bir sure sonra; Murat sizinca, Okan da hazirlamasi gereken proje bahanesiyle pacayi siyirinca, seninle basbasa kaldim.


'Dedem'i ugurladigimiz gun yeniden geldiginde, yagmurlu olsun; gunesli bir gunde ugurlamistik, bulutlarin goz-yaslari ile aniyor olalim... '
Gecen hafta dilemistim...

Saat sabahin 5bucugu, kus sesleri yankilaniyor bahcede, senin muhabbet kusun 'Hamza' gibi otmeseler de, kulagima cok tatli geliyorlar...
Arka fonda bulutlarin goz-yaslari var.
Doga'nin orkestrasi muhtesem! -Biliyorum, kucuk torunlarindan Burce'de harika bir trombon sanatcisi; yine de doganin sanati bambaska dedecigim...-

Dilegim bu defa kabul oldu.
Yagmurlu bir sabahta ziyaret edecegim seni.
Fazla tantana yapmana gerek yok, halen pek yemiyor ve icmiyorum, ayniyim; bir minik sutu icirmek icin, yapmadigin saklabanligin kalmadigi gunlerdeki gibi...
Zaten yanimda getirecegim bir misafirim de yok, ben de misafirden sayilmayacak kadar parcanim degil mi?
Aile kalabaligindan once gelecegim, biraz basbasa kalabilmek icin; haberin olsun dedecigim.

...

Mehmet Orhan Sokullu'nun torunu olmak;
Bu devirde, halen mektup yazmak demek;
Gecmis zamanla, bilinmeyen bir gelecege...

Tabii onun gibi bir dede'ye layik olmak, hic kolay degil; hem de bu devirde!

Hic aglamadigimdan bahsetmistim; hem size, hem de mektubumun icerisinde sizinle beraber dedem'e...
Uzaklara gittiginden bir ay kadar sonra, murekkebim dokulmustu, goz-yaslarimin yerine; aynen bu sabah, gozlerimden akmayan/akamayan damlalarin, bulutlarin yardimiyla bosaldigi gibi yeryuzune...
Bazi satirlarimin kisa bir tekrari gibi olsa da o gunku yazim, taze duygularla dokulmus oldugu icin; eger izin verirseniz eklemek istiyorum bugunku yazimin sonuna...
Izin verdiginizi umut-ederek;


"Bir pazar sabahiydi; Dedem'e...

Bir pazar sabahiydi…
Aslinda her yer civil civil olmaliydi. Planimiz böyleydi.
Her pazar sabahina rengarenk uyanmakti…
Ne planlar tuttu hayati, ne de hayat planlarimizi.
Hava aydinlik olmasina ragmen, günes yok gibiydi…
Hissetmiyordum artik pek çok seyi.
Böyle olacagini bilseydim, uyanmazdim hiç… Uykuyu sevmememe ragmen uyanmazdim…. Uyurdum.
Cumartesi kötü 1geceydi… Dedemin evinden bogularak atmistim kendimi disari…
Onu o halde görmeye dayanamiyordum… Dost kivamindaki 1icik arkadaslarim girdiler koluma…
Once sinemaya götürdüler, sonra da kahkahalar esligindeki sohbetleriyle sardilar, sarmaladilar beni…
Daha iyi gibiydim.. Yine de içim çok sikiliyordu…
Sabahin ilk isiklariyla eve dönmek için yola çiktigimizda, dedeme birakmayi teklif etti arkadasim.
Inadim tutmustu 1kere, eve gidecektim. Kendi evime…
Odama girdigimde saat 8i geçiyordu.
Pijamalarima kavusup, rüyalar alemine gittim.
Gözlerimi 1kaç kez, babamin saçma-sapan sorularina cevap vermek için araladim.
Her defasinda, uyumakta oldugumu hatirlatip, yeniden yumdum gözlerimi…
En son bana seslendiginde kapinin arkasindan, bilincim açilmisti…
Söylendim babama…
Uykusuzdum günlerden beri… Ne olurdu 1azcik daha uyusaydim ya!
Babam, çalmakta olan cep telefonuna cevap verdi.
‘’Evet, Ayse’nin babasini kaybettik..’’ derken, sesi uzaklasiyordu...
Duymustum. Henüz gözlerimi açmadan, henüz tam anlamiyla uyku halinden çikmadan...
Tavana baktim. Lila rengi yerine, simsiyahti adeta tavanim...
Yatagimda dogruldum.
Ellerimden destek alarak kendimi zorladim, yatagimdan çikmayi basardim.
Kapinin kulpunu kavradigim sirada, bacaklarim bedenimi tasimiyordu…
Kapimi araladim. ve odamin girisinde yere çöktüm.
Aglamiyordum, aglayamiyordum… Sadece sadece birkac damla vardi…
Bir bulut geçiyordu sanki yüzümün üzerinden…
Bir sure öylece kaldim.
Artik 1dedem yoktu…
Yerden kalktim, babamin yanina gittim.
‘’Ne zaman öldü?’’ diye sordum.
‘’dokuza on kala..’’ diye yanitladi.

O anda hissettiklerimi, bir daha hissedecek olursam,
dayanabilir miyim? Bilemiyorum…
Içimin acidigini, çok acidigini söyleyebilirim…
Oysa sabah… Gidebilirdim dedeme… Görebilirdim onu son 1kez daha… Opebilirdim yüzünü, ellerini…
Söyleyebilirdim ona, onu ne kadar çok sevdigim! Hem de defalarca…
Mart ayinin ortalariydi, 1pazar sabahiydi…
Serin rüzgar saçlarimi dagitiyor, yagmur bulutlari geçse de, aglayamiyordum ben…
Dedemin en erkek kiziydim.
Daha yapacak çok seyimiz vardi.
Hesapta 1tren yolculugumuz olacakti…
Citalari tamamlayabilirsek, rengarenk 1uçurtma yapacaktik…
Kuyruguna yildizlar baglayacaktim ben…
Kanlica’ya gidecektik yine, arabam servisten çikinca, o küçüklügümde beni götürürdü, ben onu götürecektim simdi…
Asik oldugum 1adam olacakti, getirecektim onu dedemin karsisina, 1sorguya çekecekti, ben huzursuz olacaktim…
Yine bisikletle kovalayacakti beni…
Kuzen buse’yle, canimiza okuyacakti… Biz aldirmayacaktik…
Ailenin en asi çocugu oldugumu söylerken bile gülümseyecekti bana…
Içten içe kendine benzettigi için beni…
1dedem olacakti hala… Yasayacakti…
Kaybettigimde farkina vardigim seyleri, o gitmeden önce farkedebilecek kadar büyümüs 1torunu olacakti…
Pazarlari yine sabah kahvaltilari rengarenk olacakti…
Dayim, dedemle ugrasirken, ben kahkahalar esliginde yerlerde yuvarlanacaktim…
Beni is yerinden arayacakti, cips ya da dondurma isteyecekti… Cocuk gibi oldugu için eglenecektim…
Pazartesileri, onu gömdügümüz gün diye, kendimi yataga gömmek zorunda kalmayacaktim…
Kaçis uykularim olmayacakti…
Yine uykusuz gecelerde, 1kaç sigara tüttürüp, dedemle terasta sohbet edecektik…
Babama 'müzigi kis' diyecekti…
Kardesime saçlarini uzatiyor oldugundan ‘’ne biçim erkeksin sen?!’’ diye çikisacakti…
Küçük kuzen Burçe’nin ‘’punk’’ kelimesinin açiklamasini algilamasi, saatlerimizi alacakti…
Ara sira fransizca sarkilar söyleyecekti…
Kus sesleri, dalga seslerine karisirken, ''Usüdük, artik içeri girelim.'' diyecektik…
Cok özledim seni, dedecigim….[z.d.] nisan-24-'07. ""

Gecen sene kalemim boyle tercuman olmustu, murekkebi damlatarak; goz-yaslarimi kurutmustu...
Bu sene de bulutlar sagolsunlar, eski dostlarim olarak yagmur damlalariyla eslik ettiler ve kurumus olan gozlerimi, goz-yaslari niyetine nemlendirdiler...
Yuregime, su serptiler... -z.d.-

Dedem'e...
Hemen arkasindan kaybettigimiz; Nejat Dede'mize...
ve
Tum dedeler'e...

zeinep'in notu:
Bu satira kadar bu yaziyi benimle paylasan herkesi sevgiyle kucakliyorum...
Yuzunuzden gulucukler, yureginizden sevgi eksik olmasin; dilerim hep sizler gibi parildayan okurlara sahip olabilecek kadar sansli bir kalem olurum... Cok tesekkurler!

KOSE KAPMACA;


Haydi cocuklar; gelin bugun 4/4luk birer cocuk olalim.
Eteklerimizdeki incileri dokelim, kosalim-oynayalim.
Bugun; itiraf edelim, icimizde bir cocuk yasattigimizi ve uzun zaman sonra ilk defa masum bir oyuna eslik edelim; beraber doya-siya gulelim...
Haydi cocuklar; bugun 'Kose Kapmaca' oynayalim, gelen-gelsin, beklemeyecegimi duyurayim!

...

Cumartesi sabaha kadar calistik. 6:00'yi geciyordu; eve donus yoluna girmek icin hazirlanmaya basladim. Ziril ziril agladi telefonum, "Eve gitmek istemiyorum!" diye...
Laf yetistirecek halim yoktu, duymamazliktan geldim.
Ardindan, telefonum, bu umursamaz halime isyan etti ve canim kardesim Hande'den (Akyan) yardim istedi.

Geceden kalma bir sesle cevapladim. Hande ise; hic olmadigi kadar dinc bir sesle karsimdaydi. Saskinligimi gizlemedim.
Uyumus, erkenden de uyanmisti...

Aklima, babamin kolejden arkadaslarindan Atilla Agabeyin () vakt-i zamaninda bana soylemis oldugu bir tekerleme geldi;
"Early bed, early rise, makes a girl; healthy, wealthy and wise!" - "Erken yatmak, erken kalkmak, kucuk bir kizi; saglikli, varlikli ve akilli yapar!"
Gulumseyerek konusmaya devam ettim.

'Hatun haydi sabah kahvesine!' dedi, telefonun ucundaki civildayan sesin sahibi.
'Hande'm, hic uyumadim ben...' diye, kisik sesle homurdandim.
'Haydi ama! Bu kadar yaslanmis olamazsin! Sen alisiksindir, haydi haydi, sahilde bulusuyoruz. Yarim saat yeter mi?' dedi.
Emrivaki kabak gibi ortadaydi; Hande'ye olan zaafim da suphesiz bir gercekti. 'Pekala, teslim oluyorum. Yarim saat sonra Ortakoyde guvercinlerin arasindayim...' diye bayrak salladim.

...


Iskelenin onunde beni kucakladi. Sagolsun; yuzundeki muzip gulumsemeyle icimdeki afacan cocugu da uyandirdi. Elele verdik ve bir kosu koparttik.
Sahil seridinde bulunan guvercinlerin arasindan gectik. Hepsi ucustular; biz de kahkahalarla her zamanki kahvemizi icmek uzere, her zamanki kosemizde yerimize dogru sallana sallana ilerledik.

Kahvemi parmaklarimin arasinda tutarken, aklima Pazartesi gunu, Canakkale'de yapilacak olan sempozyum geldi. Yol bilgileri icin Hande'ye danismayi dusunuyordum, karsimda dururken hemen sordum. Hande dinledikten sonra bir sure sessiz sessiz denize bakti ve masaya dogru uzandi.
Eve gitmek istemeyen haylaz telefonumla koyu bir sohbete dalmis olan kendi huysuz telefonunu birbirlerinden ayirdi. Sorularima daha net cevaplar bulmak icin babasini aradi.

...

'O zaman biz aksam yola cikariz. Sabah kahvaltisina menemen isterim babacigim.' dedi ve telefonu kapatti.
Her sey kontrolum disinda gelisiyordu.
Hava kararmaya baslarken. direksiyon basindaydim. Hande coktan tatil moduna girmisti. Bense; Tekirdag istikametinde dort nala giden icimdeki cocuga yetismeye calisiyordum.

...

Hande arabada uyuklarken; vapurda dolasmaya basladim. Kenarda bir yere konuslanip bir sigaraya dert yandim. Halimi goren baliklar, dalgalarin arasindan katildilar sohbetimize...
Yol boyu konustuk, dosthane balik arkadaslarim Lufer, Mezgit ve Cinekop ile...
Limana yaklasirken arabaya donmem gerektigini soyledim. Sigara'm coktan gitmisti. Baliklar ise; ne gitmeyi istiyorlar, ne de onlari birakip gitmeme izin verecek gibi duruyorlardi.
Lufer bozuk caldi. Mezgit anlayisla karsiladi. Cinekop ise; benimle gelmek istedi, arkadaslari zor yakaladi...

Balikesir'e vardigimizda, mukellef bir sofra ve ikinci ailem olan Hande'nin ailesi bizleri karsiladilar.
Midemizi lezzetli yemeklerle, yuregimizi de aile sevgisiyle doldurup; bize hazirlamis olduklari odamiza cekildik.
Bunye uyuma ihtiyaci hissediyordu, ihtiyacini karsilamak uzere pijamalarimiza terfi ettik.

Gozlerimi actigimda, karanlik cokmustu. Hande coktan ayaklanmisti. Kendime ceki-duzen verip, odadan ciktim.
Verandada panik havasinda bir kosusturmaca vardi.
Neler oldugunu anlamak uzere yanlarina gittim. Aksam ziyafetine dair son hazirliklar yapiliyordu.

'Uyandirmaya kiyamadik kizim; haydi durma oyle masaya buyur!' dedi, mangal basindaki ikinci babam.
Uyku sersemi kucuk bir kiz olarak soz dinledim. Masada bana ayrilmis olan yere oturdum. Hande'nin erken saatlerde uyanip, mutfaga girdigini isaret eden mezelere goz attim.
'Gozune eksik gelen bir sey var mi kardesim?' diye atladi Hande.
'Neredeyse yarisindan fazlasi goz-mezesi bunlarin Hande'cim, daha ne olsun?!' dedim ve kahkahayi patlattim.
Lafa karisarak mangal basindan donen babamiz; baliklarla beraber yerine oturdu. Elindeki kocaman salata tabagiyla annem de verandadaki masaya yerlesince, catal-bicak sesleri hakimiyetlerini ilan ettiler.

Mezelerle bogusurken, 'Sogutma...' diyerekten onume Cinekopu uzatti babam.
Hande'nin tabagina baktim, Mezgit vardi. Ortada ise, Lufer duruyordu.
Ne yapacagimi sasirarak, rakimdan irice bir yudum aldim.

...

Balikesir ve Canakkale turnesini tek parca atlatip, heybetli Istanbul'a donunce hava degisikliginin ruhuma iyi gelen bir sey oldugunu anladim.
Icindeyken boguyordu bu sehir beni; disindayken de ozlemiyle yakiyordu... Ne menem istir, bu yasima geldim; halen anlayamadim!

Uzun araba yolculugunun yorgunlugu olur saniyordum, yanilmisim. Gece saatler ilerliyordu, kacmis olan uykum geri gelmiyordu. Karar verdim, onsuz gidecektim ruyalar alemine; vurdum kafayi-yattim.

...

Uzun koridoru gectim. Odasinin kapisini tiklattim.
Yukselen 'Geliniz...' sesine eslik ettim ve iceri girdim.
'Gununuz aydin olsun!' diye, gulumseyerek selamladim. Bir sure sohbete daldik. Canakkale turnesine ait hikayeleri anlattim. Konu konuyu acti.
Lafi dondurup-dolandirdim.
Sonunda anladi. Bir derdim vardi. Durdu ve gevelemeyi birakip; yumurtlamami istedi.
'Tuncay Agabey (Ozkan); ben siyaseti birakiyorum.' dedim.
Dememle beraber, gozleri fal-tasi gibi acildi ve hiddetle masaya vurdu.

Masadan cikan gumburtuye, calar saatimin sesinin karismasiyla irkildim. Gozlerimi araladim ve saati susturdum.
Yorganin altina girdim, 'Neyse ki ruyaymis!' dedim.

...

Yastigimin altindan ciliz bir sesle telefonum halsiz halsiz titredi. Yorgani kafamin ustunden kaldirdim, yan donup-dogruldum ve cevapladim.
'Hep sen mi beni uyandiracaksin? Uyanman lazim, gunaydin Zeinep Hanim!' diye melodik bir sesle uykumu araladi sevgili Okan (Unlu).
'Gunaydin Okan, saat kac?' dedim.
'Dokuzu geciyor, gec kaldin!' diye halinden memnun bir sekilde cevapladi. Sonra da, soylediginden pek emin olamayarak; 'Degil mi?' diye ekledi.
'Dokuz mu? Yoo yo hayir gecikmedim. Yine de tesekkur ederim. Hayirdir, erkencisin?' dedim.
Hafif bozuldugunu hissettirerek; 'Evet, su kulagimla ilgili doktor kontrolune gitmek icin erkenden kalmak zorundaydim.' diye geveledi.
'Haber ver doktor cikisinda, olur mu? Ya bir saniye; bugun gunlerden...' derken, sozumu yarida kesti.
'Gunlerden sali.' dedi sinirli sinirli.
'Tanrim! Saat dokuz, gunlerden sali... Benim ne kadar gec kaldigimi tahmin bile edemezsin! Bugun sunumum var!! Hem de yarim saat sonra!' diyerek yataktan zipladim.
'Harika! Haydi kolay gelsin sana kucuk hanim...' dedi, keyfinin fazlasiyla yerine geldigini belli eden bir sesle.

Her zaman cocuk rolunde olan Okan, bu sefer buyuk-adam oluvermisti. Okan'i telefonda biraktim, telefonumu yataga firlattim ve yalpalayarak banyoya dogru bir kosu kopardim.

...

Ozel universitelerden birinde, asistani oldugum hocanin onerisiyle, tezimi ogrencilerine sunmak uzere bes dakika gecikmeli olarak anfiye girdim. Bes dakikaya gecikmeye ragmen; ogrencilerden erken gelmistim. Bir sure; espri anlayisi bir hayli fazla olan hocamin diline dolandim.
'Ogrenciligin boyunca hep merak ederdim, seni hic ogrenci olarak gorebilecek miyim diye; sonunda!' dedi ve karistirmakta oldugu dosyasini kapatip, masaya vurarak;
'Demek gec kalabiliyorsun, demek sacini sinifa girerken toplayabiliyorsun... Asistan olduktan sonra, ogrenci olmayi ogrenmek nasil bir duygu Zeinep kizim?' diye sorusunu ekledi.
Yuzundeki alayci gulumsemeye, sahte bir yansimayla eslik etti dudaklarim.

'Hayatimiz boyunca ogrenciyiz hocam, asistan ya da profesor, ebeveyn ya da torun sahibi olmak bir seyi degistirmiyor. Her gecen dakika ogreniyoruz, her gecen dakika farkli bir konunun ogrencisi olarak yeniden sekilleniyoruz.' dedim.
'Hah! Hazir cevap seni! Madem oyle bayan Zeinep; neden hep diger ogrencilerden farkliydin?' diye gulumsemesi yuzunde yer etmis bir halde yeniden sordu.
'Ogrencilerden farkli degildim. Sadece ogrenci kriterlerine aykiriydim. Hep aykiriydim hocam. Mesela, bugun de aykiri bir asistan oldum.' diye cevapladim.
'Biliyor musun Zeinep; bazen fazlasiyla yasli oldugunu dusunuyorum. Hatta sayende kendimi genc hissediyorum ve sonra bu hissimin keyfini suremeden mahvediyorsun beni!' sesi gittikce sertlesmeye basliyarak devam etti;
'Neden?! Birak da senin yasli durusunla, genclik hissimin tadini cikarayim! Neden yeri gelince ruhunun icine ignelemis oldugun icindeki cocugu uyandirip; boyle kafa tutuyorsun bana!!?' diye tamamladi.
Aglasam mi? Gulsem mi? Karar veremiyordum...
Saskin ifadem bir hayli belirginlesmis olmaliydi. Ses cikartmaya calistim ve maalesef sesim cikmadi.
Imdadima sinifa girmis olan ogrenciler yetisti.
Hocamiz; once bana, sonra da ogrencilere gulumseyerek anfiye dogru ilerledi ve sunumum icin sahneyi bana birakti.

...

Gunlerdir, yurt disindan donmus olan uzatmali ve uzun mesafeli askinin esiri cok sevgili bir kiz arkadasimin psikologu olmus durumdaydim. Cocuk, kendisini deli-divane ettikce-ediyordu. Haliyle; o da kimi bulursa, ona dert yaniyordu. Neden olduguna anlam veremedigim bir sekilde; tika-basa adam kaynayan sirket bunyesinde hep bana denk geliyordu.
Artik ihtisas yapabilecek kivama gelmistim.
Cocugun karakteristik ozelliklerini gayet sindirmistim. Duruma objektif yaklasimim ve duygularimin esiri olmayisim nedeniyle; cocugun psikosomatik belirtilerini ayristiriyordum.
Tabii ki, arkadasima hicbir faydam dokunmuyordu. Tamamiyla 'ask halini' almis olan bir kiza, ne desem kar etmiyordu ve halini gordukce uzuluyordum. Birinin bu cocuga dur demesi gerekiyordu! Saf insanlarin, ask halindeki insanlarin kalpleriyle; boylesine oynama hakki kimsede yoktu!
Benim adaletimde, bu cocuga bir had bildirme evresi coktan gelmisti ve hatta geciyordu. Yargi surecini baslattim, hatta neredeyse karar asamasina vardim.
Malesef, karari uygulayacagim, hukum giydirdigim sucluya bir turlu ulasamadim.

Gecenin ilerleyen saatlerinde tez konumla ilgili ve sabah yapacagim sunumu dusunurken; birden gozlerimde simsekler cakti!
Gozlerimi kistim ve ellerimi birbirlerine surterek, sinsi sinsi gulumsedim. Hemen arkasindan da; ayni filmlerdeki kotu adamlara ait olan sinir bozucu kahkahalardan birini attim.
Kendisine ulasamasam da; kendimce bir ceza verecektim.
Olaylari biraz evirdim-cevirdim; yarim-yamalak da olsa yuvarladim; karakterleri degistirdim ve iki asamali tezimin arasinda bir bolume konu yaptim.
Evet; psikosomatik belirtiler gosteren dengesiz bir karakter olarak tez konusuydu hukum giydirdigim cocuk ve kendi kanunlarimla adaleti saglamistim.

...

Kafeteryaya dogru ilerlerken, biri seslendi. Arkami donemeden yanimda beliriverdi.
Kendini gulumsemeye zorladigi her halinden belliydi.
'O, benim.' dedi.
'Anlamadim...' dedim, saskin-ordek seklini almis suratimi kendisine cevirip, kafeteryanin kapisinda durarak.
'Elif'in canini yakan o adam benim.' dedi. ...

...

Aksam saatlerinde evde ma-aile toplanmistik.
Ekranda, sahada; evdeyse, masada oyuncular yerlerini almisti. Ilk on-birler icin duduk caldiginda, heyecan basladi.
Her kafadan bir ses cikiyordu. Kimisi biraz daha pilav istiyordu, kimisi hakemin dudugune itiraz ediyordu.
Kim, kime sesleniyordu? Anlamak bir hayli zordu.

Yemekler aceleyle mideye indikten ve acligin ilk belirtileri dindirildikten sonra; herkes ekrana kilitlendi. Faul dudugunde isyan bayraklari cikiyor, eller-kollar havada ucusuyordu.

Gazeteye yetistirmem gereken makale icin calismam lazimdi. Gurultu nedeniyle bu islemi salonda yapmam mumkun degildi. Mac hengamesinde kimse anlamadan odama ciktim.
Masama oturdum. Yazmak uzere kalemime sarildim.

Asagidan 'Gooooolll!!!' sesleri yukseldi.
Icimde bir seyler kipirdadi.
Kalemi kagidin uzerine yatirdim; biraz daha dinlenmesinde benim icin bir mahsur yoktu.
Hizla odamdan ciktim.
Merdivenleri birer-ikiser inerken, sevgili kedim de bana eslik etmeye kalkti. Ayagim takildi, once ortalarda bir basamaga oturdum, ardindan da oturdugum gibi geri yattim ve tangir-tungur sarmal merdivenleri asagi kadar yuvarlanarak tamamladim. Son basamaga vardigimda; hafif yamulmustum. Benimle beraber yuvarlanmis olan kedim de kucagima dustu ve yuzume bakarak miyavladi.
Gol sevinciyle ayaga firlamis olan 'Obur Takim' oyunculari, tam takim olarak once bizi kaldirdilar; ardindan da kaldiklari pozisyonlara gecip, gulmeye basladilar.

Uzerimi duzeltirken, burusmus olan suratimla homurdaniyordum.
Egilip, kedime baktim. Neyse ki, tek parcaydi.
Bacagimi ovusturarak, 'Ne guluyorsunuz?!' diye bagirdim. Ben sinirlendikce yuksek sesle gulmeye basladilar.
'Kiziyorum ya!! Canim acidi benim! Gulmesenize!' diye devam ettigimde; kahkahalar daha da yukseldi. Artik herkes maci birakmis beni izliyordu.
'Ben hic mi urtkutucu olamayacagim yaaa?!' diyerek, once isyan, sonra pes ettim ve az once kalkmis oldugum merdivenin son basamagina geri coktum.

...

Saat sabaha karsi saat 2:17 olmustu. Yerde bagdas kurmus, kucagimdaki bilgisayarimin beyaz sayfasina gozlerimi dikmistim.
Kim pes edecek diye, kismis oldugum gozlerimle ve sert ifademle bakiyordum kendisine.
Odamin kapisini birinin kurcalamasiyla basimi kaldirip, 'Gelebilirsin.' dedim ve bilgisayarima da 'Dur, daha gorusecegiz!' bakisimi firlattim. Ev ahalisinden Oguz (Akdeniz) odama girdi.
'Halen yaziyor musun?' diye sordu.
'Halen yazmaya calisiyorum.' dersek daha dogru olacak diye cevapladim.
'Cok canin acidi mi aksam?' diye sorarken dudaklarini isiriyordu.
'Hic komik degilsin! Mac kac-kac bitti goremediniz bile bana gulmekten...' diye homurdandim.
'Tamam yahu asabilesme hemen... Ama gercekten cok komiktin, hele kedinin de kucagina dusmesiyle; muhtesem bir goruntu olusturdunuz!' dedi ve kahkahalarina teslim oldu.
'Siz kendi halinizi gormeliydiniz, kazik kadar olmussunuz halen nasil tepiniyorsunuz! Cikan sari kartta, sen Alican'nin (Dumen) tepesindeydin; Kerem (Sugle) de yerde yuvarlaniyordu!' dedim, omuz silkerek.
'Neyse, neyse...' diye gecistirdi hemen ve 'Hakan Sukur futbolu birakmali, Sabri'yi de cikartmalilar takimdan. Bunlari yazmani isteyecektim senden...' diye ekledi.
'Bakariz.' dedim ve alelacele; 'Tamam cigerim, spor yazari olarak gorev aldigimda yazacagim. 'Obur Takim' teknik direktorunun derbi yorumlari' basligi altinda...' diye ekledim ve ondan daha alayci kahkahalarla kucagimdaki bilgisayari bir kenara birakip, yerde yuvarlanmaya basladim.
Hic cevap vermeden, halime bakti; yuzunu burustururarak odamdan cikti. Ustune ustluk kapimi bile carpmadi. Olgunluk timsaliydi adeta...
Bir sure, bana eslik eden kedimle beraber yerlerde yuvarlanmaya devam ettim. Iyice desarj olmustum. Cocuklugumun dibine vurmustum. Dogruldum, nefes alis-verislerimin duzene girmesini bekledim.
Ardindan da kenarda duran bilgisayarimi kucakladim ve bombos duran beyaz sayfayi renklendirdim. Bir dolu satir, sayfa uzerindeki yerlerine yerlestiginde; 'El mi yaman, bey mi yaman?' diyerekten, teknolojiye goz kirptim.

...

Oglene dogru montaj odasinda teknik sorunlar birbirini kovaladi.
Herkes zivanadan cikmisti. Hersey fazlasiyla gecikmisti ve teknoloji oyun oynamaya devam ediyordu.
Montaj odasinin disinda da telefonlar sorun cikartiyordu.
Mesajlar gecikiyor ve dolayisiyla yanlis anlasilmalar oluyordu. Herkes isyanlari oynayarak aksam saatlerinde, stres kupu halinde evlerinin yolunu tuttu.

Donus yolunda, Okan'i aradim. Doktorun ne dedigini merak ediyordum. Mesajlarimin hic birine cevap vermemisti.
Telefonu soguk bir sesle araladi. Sogugu yuzumde hissettim. Aldirmadan sordum. Doktordan temiz raporu aldigini duydum ve sevindim. Mesajlarimdan bahsettigimde, hicbir mesajimin kendisine ulasmamis oldugunu ogrendigim. Acikcasi bu duruma sasirmadim. Soguk olan sesi, bir anda degisti. Gule-oynaya kapattik telefonu.

...

Arabadan inerken, halen teknolojinin insanligin iletisim sisteminde actigi yaralari dusunuyordum.
Aksam yemegi tantanasi bittiginde, 'Obur Takim'in evde olan oyunculari odalarina cekildiler.
Ben de sakinlesen salonda keyif yapmaya karar verdim. Bir sure bahcedeki kesik kesik yanan bahce isigina baktim. Sonra da bilgisayarimi kucagima aldim.
Tellendirdigim sigaramin ruh haline uygun bir sarkinin sesini yukselttim. Teknolojinin nimetlerinden biri olan, internette arkadaslarimla iletisime gectim.
Ilk mesaj ust-kattan geldi. Az once odasina cikmis olan Melih (Atik); asagidan kola istedigini belirtti. Elinin ve ayaginin tuttugunu, saglikli bir cocuk oldugunu ve kendisinin alabilecegini soyledigimde; dil cikartan isaretle cevapladi beni. Kendisine ayni sekilde karsilik verdim.
Bir sure sonra da homurdanarak merdivenleri indi ve mutfaga girdi. Yukari cikmadan once bana keskin bir bakis firlatti.
Kendimi tamamen ozgur biraktim ve dil cikarttim.

Bir sure sonra da bilgisayarimin ekraninda, Melih'le konustugum sayfada dil cikartan surat ikinci defa belirdi.
Teknoloji, bir-sifir ondeydi. Evde bile iletisim internet uzerindendi...

Mektuplarimin biriktigi kutuyu kurcalarken, yazar arkadasim sevgili Tunc (Aydin) mesaj yazdi. Bir sure konustuk. Ifadeler ve yazilar birbirlerine karistilar.
Teknolojik harfler ruhani ibarelerden uzakti ve dolayisiyla rahatsiz edici sekillere burunuyorlardi.
Bir sure sonra, tartistigimiz konu dallandi ve budaklandi. Icinden cikilmaz bir hal aldi.
Sonlandirmak uzere gerekli vedalasma asamasina girdigimde, is isten coktan gecmisti.

Teknolojiye lanetler yagdirarak bilgisayarimi kapattim. Bir sure cirkin bakislarimla bilgisayarima bakarak, oylece durdum.
Ardindan, huzursuzca titreyen telefonuma dokundum ve ister-istemez cevapladim.
Teknolojinin ikinci darbesiyle Tunc ile iletisimimiz, bir geceligine de olsa tamamen koptu.

Ruyalar alemine giderken, mumkun olsa ve kendimi tum teknolojik ekipmanlardan soyutlayabilsem diye dusleyerek; teknolojinin insanligi oldurdugune karar verdim.

...

Ofise girmemle, kargo sirketinin gelmesi bir oldu. Elime kocaman bir zarf tutusturdu. Gerekli yerleri imzaladiktan sonra, postaci diye kabul ettigim kargo sirketi gorevlisiyle bir sure sohbet ettim. Halini-hatrini sorduktan ve colugu-cocugu ile ilgili haberleri aldiktan sonra, kendisini ugurladim.
Kocaman zarfimi kucagima aldim. Uzerini okudum.
Zarfi, daha sonra saklayacagimi dusunerekten duzgunce actim.
Kendini teknolojiden soyutlamis olan ve samanistik inanclara ait ogeleri benimseyerek; bambaska bir hayat suren harika dostum Ismail'in (Kose) mektubuna yapistim.
Her satirinda bambaska diyarlara surukleyebilecek bir hayata sahip olan Ismail'in, yine mektubunda kayboldum.

Erzurum'un, buralardan farkli yasanan baharina dair anlattiklariyla huzur doldum. Yine bahar cicekleriyle bezendi saclarim diye keyifle duslere dalarken, mektubunun sonuna ekledigi not ile sevimsiz bir sok gecirdim.
Ismail, bir bilgisayar edinmis ve yaz donemiyle beraber Istanbul'a yerlesme karari almisti.

Parmaklarimin arasinda duran mektubu oksadim. Zarfi kokladim. Murekkebin kagit uzerinde birakmis oldugu lekelere dokundum.
Bundan sonra; muhtemelen, edinmis oldugu bilgisayar ile tekno-mektuplar yollayacakti.
Harika dostum Ismail'i de, teknolojiye kaptirmistim.
Bir kanadim daha kirildi. Skor tablosu ibret vericiydi; teknoloji uc, ben sifirdim.

...

Sabahin erken saatlerinde, teknolojiye soylenerek ayakkabilarimi bagladim ve teknolojik-ataklarimi denize dokmek icin sahile dogru yola koyuldum.
Denize sifir noktasina geldigimde, icimden bir ses yukseldi ve atlamami soyledi. 'Ne olacak, islak islak donersin. En kotusu nezle olur, biraz ateslenirsin!' dedi.
Atlamak ve atlamamak arasinda, Moda sahilinde gidip-gelirken; Osman'a (Uzun) rastladim. Kahvaltisini etmis oldugu her halinden belli olan, karni tok bir cocuk edasiyla selamladi.
Sabah sohbetimiz sirasinda, bugunku yazimi sordu.
Henuz yazacagim konu konusunda karar veremedigimi soyledim.
Halimden anladigini dile getirirken; sabah saatlerinde yasadigi derin kararsizligi anlatmaya basladi;

'Erken uyanmistim, kahvalti edeyim bari dedim. Mutfaga gittim, buz-dolabindan malzemeleri cikarttim. Hazilamaya koyuldum. Ekmekleri kizarttim, cayi demledim. Ah Zeinep, inanmazsin; yumurtalari bile 60'a kadar sayarak pisirdim. Derken bir anda durdum ve nerede yesem diye dusundum. Odama gotursem, ozenle siktigim taze portakal suyuyla yatagimda kahvalti etmek cok romantik olurdu dedim kendi kendime... Sonra karincalar geldi aklima ve vazgectim. Teknoloji harikasi play-station'in durdugu odada, hem kahvalti edip, hem oyun oynasam diye icimden gecirdim ve aklima sen geldin; teknolojiye boylesi muhtesem bir lezzeti karistirmamak icin yine vazgectim. Salonda mi kahvaltimi yapsam acaba derken, kocaman salonda nerede, hangi kosede kahvalti edecegime karar veremedim. Bogulur gibi oldum. Her seyi mutfakta oylece biraktim. Bir hisimla montumu aldim ve ciktim. Moda'daki en kiyak cay bahcesinde, sercelerle beraber yaptim kahvaltimi.' dedi ve dudaklarini buzup, kafasini sallayarak derin bir nefes aldi.

Agzim kulaklarima varmisti; kocaman bir gulumseme once yuzumu, sonra da ruhumu kapladi.
'Emektar hizmetkarin Albert cok uzulmustur bu duruma...' diye, kucuk bir cocuk gibi alaya aldim Osman'in halini.
'Hic komik degilsin!' diye hoykurdu.
'Farkindayim. Komik olan sensin... Malikanende yer mi begenemedin kahvalti icin, yarin sabah terastaki kis bahcesinde hazirlatirsan kahvaltiyi; belki adalara-modalara karsi cayimi yudumlarken yazim icin de ilham gelebilir. Ah bu arada Albert'a selam soyle.' dedim.
'Elbet sen de dilime dusersin Zeinep!' diye bagirdi arkamdan.
'Guzel bir gun senin olsun buram buram burjuvalik kokan Prens Osman...' diye el sallayarak geri bagirdim ve adimlarimi hizlandirdim.

...

Eve geldigimde, 'Ben geldiiimmmm!' diye seslendim. Geriye sadece kedimin miriltisi geldi cevap olarak.
Kimseler yoktu. Kralligimi ilan ettim ve evin bos halinin keyfini surmeye karar verdim.
Kahvemi hazirladim. Okuma gunlugume goz-gezdirip; siradaki kitabimi kutuphanemden sectim. Salonda bas-koseye kuruldum.
Bir anda rahatsiz hissettim kendimi.
Kalktim, pencerenin kenarina gectim. Pencerenin kosesinden gelen sogukla icim ulperdi. Yine yerimi begenmedim.
Her daim Melih'in kuruldugu koltuga yayildim. Yok, bu sefer de pek rahat oldugum soylenemezdi.
Kalktim. Bir elimde kahve bardagim, bir elimde kitabim salonun ortasinda durdum. Merdivenin en alt basamagindan beni izlemekte olan saskin kedimle goz-goze geldim.
Civik bir gulumsemeyle, oldugum yere coktum. Parkenin uzerine serilmis olan pofuduk halidan bozma ortunun uzerinde kahvemden kocaman bir yudum aldim.
Yalniz olunca, belli metre-karelerdeki ev; yuz binlerce donum arazideki, bilmem kac yuz metre-karelik malikaneyi andiriyormus; insan huzursuzca kendini oradan oraya atiyormus diye dusundum.
Aklima Osman geldi. Sabah gereksiz yere yarasina dokunmustum.

Kalktim, antrede yalniz basina uyuklayan telefonumu actim. Osman'in numarasini tusladim.
'Aradiginiz kisiye su an ulasilamiyor' dedi, kadinin biri...
Teknoloji, yine celme takmisti bana; 'Vay pis serseri!' dedim ve birkac kufur daha ekledim.

...

Aksam saatlerinde, fazla mesai bunyesindeki toplanti icin hazirlandim. Once kuafore ugradim.
Saclarimi duzeltip, beni insana benzetmeleri icin acele etmeleri gerektigini soyledim.
Konusmayi pek seven, hos-sobet sac stilisti Tamer Bey panige kapildi. Saclarimi karistirirken, yine konudan konuya atladi.
Is-basi yapmak icin acele etmemiz gerektigini soyleyip; hizlanmalari icin 'Haydi, haydi!' derken; aldirmadi ve konusmaya devam etti. Eski yazilarimda bahsetmis oldugum bir hikayemin kahramanini merak ettigini soyledi ve nasil oldugunu sordu.
Durdum.
'Evet, Yesil Elma'ya ne oldu Zeinep Hanim?' diye israrla yineledi sorusunu.
Durmaya devam ettim.
Elmanin kurtcugu, kutuphanemdeki kitaplara dadanmisti ve Yesil Elma'dan hic haber yoktu. Ortalarda gorunmuyordu.
'Inanin bilmiyorum. Simdi sordunuz da aklima geldi. Kurtcuk kutuphanemde de, Elma'dan hic haber yok.' dedim.

Kapidan cikarken, 'Merak etmedigine inanamiyorum. Bu kadar mi unuttun icindeki cocugu! Bulmazsan eger onu, lufen baska bir tasarimci bul kendine olur mu?!!...' diye ekledi Tamer Bey.

...

Sirkete vardigimda; kafam allak-bullakti.
Dosyalari karistirirken;
'Yar bana bir eglence medet!' diye abzurt sarkilar mirildanarak Deniz (Oral) odaya girdi.
Ters ters baktim kendisine.
'Bayan Teror olmussun.' dedi.
Dosya kagitlarinin arasina gomdum kendimi.
'Studyoda teror mu estireceksin simdi sen?' diye ses tonunu iyice cocuklastirdi.
'Bu odadan baslasam, hatta senden? Ilk kurban olmak hosuna gidebilir.' dedim, kafami dosya kagitlarindan kaldirmadan.
'Uhhhvvv cok korktum.' diyerek guldu.
'Eglence mi istiyorsun sen?' diye sordum.
'Evet, Zeinep; bana bir eglence medet!' diye her kelimeyi uzatarak melodik bir sekilde devam etti abzurt sarkisina...
Masanin kosesinde duran silgiyi firlattim kafasina.
'Terorist!' diye bagirdi ve cikti odadan.

'Hic buyumeyecek bu cocuk!' diye soylenerek pesinden gitmek uzere ben de kapiya yoneldim. Tam bu sirada telefonum bagirdi arkamdan.
Babam ariyordu.
'Yarin ogleden sonra bir kahve icelim mi?' diye sordu.
'Ah baba ya, yarin ogleden sonra roportajim var. Aksam kahvesi icin yeniden konusalim, olur mu?' dedim.
'Pekala.' dedi, kapatti.

Telefonumu cantamin icine tiktim. Cocuk olmayi unutmustum! Artik, 'Babamin kizi/Ahmet'in kizi' degildim. Artik, 'Zeinep/Bayan Zeinep/Zeinep Hanim/Bayan Durul' olmustum.
Cantami sirtima tutturdum ve usumeyi goze alarak paltomu askida birakip, ciktim.

Bir sure sessizce yurudum.

...

Gecenin bir yarisi olmaliydi, saatime bakmayi reddettim.
Teknoljiye dair tum efektleri bir kenara firlatmistim.
Bahcedeki koltuklardan birinde, dizlerimi karnima cekmis oturuyordum.
Uzun zaman sonra, kagidi ve kalemi hissetmek icin; masanin kosesinde duran cantama uzandim ve defterimi cikarttim.


Murekkep yayildikca yayildi.

...'Mevsimsiz yazilarimin konusu acildiginda, hep susmak istiyorum. Sessizligimden rahatsiz oluyor, beni asagi-yukari bilen insanlar. Yakin gozlugumu cikarip, kiraz agacinin dalina asiyorum. Portakal agaci kiskaniyor. Yapraklarina bir opucuk kondurup, papatyalarin susledigi eteklerinde soguga aldirmadan uykuya daliyorum. Kosede sessizce durmakta olan yasli-baykus bir masal anlatmaya basliyor...'

Defterimi kapattim.
Yakin gozlugumu, anneannemin vermis oldugu boncuklu boyun bagindan tutup; bahcemizde yasayan ve benim penceremin onune baharlarini sunmus olan kiraz agacinin dalina astim.
Uzun zaman sonra ilk defa bahce kapisindan eve girdim.
Tum isiklari yaktim.
Muzigi sonuna kadar actim.

Hayatimda tuzu bulunan herkesi, sabaha karsi salona topladim.
Hepsi uyuma niyetindelerken, uyandirdim.
'Neye niyet; neye kismet!' diye bagirdim.
Herkes birbirine bakarken, uyanmalari icin hepsine kahve yaptim.
Ben gelene kadar, herkes bir koseye kurulmustu.
Konu konuyu acsin diye salonun ortasindaki pofuduk hali parcasinin uzerine oturdum, 'Bu kose Melih'in kosesi, su kose Alican'in kosesi, ortada Zeinep'in kosesi' diyerek sohbete katildim.
'Yaniliyorsun!' diye sesini yukseltti Tunc ve 'Bu kose yaz kosesi, su kose kis kosesi; ortada Zeinep'in kalemi!' diye tamamladi. Suratina baka-kaldim.
'Aaaaa' diye yukselen seslerle; merdivenlerden agir agir inmekte olan Yesil Elmanin Kurtcugu'nu farkettim, yakin gozlugum gozlerindeydi. Kutuphanemde fazla kaldigini anladim. Hafiften bana benzemisti.
Derken kedim de yanima geldi ve egilmemi isaret etti. Kulagima fisildayarak, 'Merak etme; Yesil Elma'n guvende, yani midemde...' dedi. Kendisine cevap olarak ne diyecegimi bilemedim. Yalanarak yuzume bakiyordu...
Sinirlenmeme ramak kala; kahkahalar, dallandi budaklandi. Tabii sonrasinda her sey birbirine karisti...
Hande, nereden buldugunu bilmedigim bir dudugu caldi ve 'Kose Kapmaca' basladi.

...

Saatin sesini, uzun bir sure dudugun sesi diye algiladigim icin ruyalar aleminden ayilamadim. Neden sonra, iceriden birileri; 'Sustur sunu!' diye hoykurunce, kendime geldim.
Saatin agzini kapattim. Gerisin-geri basimi yastigima koydum. Gozlerimi tavana diktigin sirada telefonumun sesi yukseldi, yine iceridekiler homurdanmasinlar diye hemen cevapladim.
"Saat 10:30 oldu, sabah 6:00da ofisten cikarken, 'Cok yorgunum, eve gidip, biraz uyuyayim; sonra; mesela 10:00 gibi kahve iceriz.' dedin; halen uyuyor musun yoksa hatun?" diye sordu Hande.
'Yok, yok uyandim da Hande'm; sana bir sey soracagim, biz babanin mangalda yaptigi Luferi, Cinekopu ve Mezgiti yedik mi?'
'Zeinep, uyandigina emin misin kuzum?' diye soruma, soruyla cevap verdi ve 'Ayrica iyi misin? Ne diyorsun anlamadim?' diye ekledi.
'Ya sanirim ruya gordum. Neyse; sen yine de soyler misin, yedik mi biz o arkadas oldugum baliklari?' diye sorumu yineledim.
'Yemedik Zeinep'cim, yemedik... Ama canin lufer, cinekop ve mezgit istiyorsa ben sana yaparim kuzucugum...' dedi.
'Yok hayir! Istemiyorum, istemiyorum. En iyisi ben hazirlanayim...' dedim.
'Haydi o zaman, sahilde bulusuyoruz. Yarim saat yeter mi?' diye sordu.
'Harika! Yarim saat sonra Ortakoy'de guvercinlerin arasindayim kardesim...' dedim.

Telefonu kapattim.
Icimdeki cocugu yeniden yakalamistim.
'Kose Kapmaca' sona ermisti.
Uzun zaman sonra, bu sefer basarmistim! Hayatin karsisinda dikilmis; "NISAN 1" diye bu kosede yakalayip, hayati sakalayan cocuk oluvermistim.

Saate baktim, Hande'mi beklmetmemek icin, hazirlanmaya basladim.-z.d.-
















Yataktan ciktim, sabahligima sarildim; belimdeki bagcigi baglayip, gozlerimi ovusturarak salona merdiven basamaklarini indim.
Parmak ucumla son basamaga dokundugumda,
"Nisan 1!" diye bagirdi herkes.
Bu yazida tuzu olan tum cocuklar...
Yine sakalanmistim bu kosede.






























Cuma Tezgahinda, taze taze hayallerim var! -Deniz Tuzu:

Istanbul'lu olup; ada'da yazi geciren cocuklar icin ada'nin yeri baskadir.
Bilen bilir....
Yepyeni bir heyecandir; bambaska bir dunyaya yolculuktur ada vapuruna her binis. bir sokak simidi, yaninda da eskilerin tabiriyle ince belli bardakta tukuruklu cay, kim ne derse desin tutturdunuz mu bir tane de zifti, pufur pufur gelir en soguk gunun ayazi bile,,,

Ada dendiginde herkesin anisi farklidir... Ayni adanin cocuklarinin bile...
Herkesin adasi farklidir cunku; farkli yasar ve yasatir herkes adayi...
Benim icin ada ozgurluk ifade ediyordu. Vapurdan indigim anda sorumluluk elime geciyordu...
Mesela; yan ada da kuzenim vardi. Onun icinse ada capkinlik demekti... Hafta-sonlari sehirden kizlar gelir, adanin cehresi degisirdi ona gore..

Soyle bir bakinca; "yan adada kuzenim vardi..." tanimlamasi cok komik yankilandi kulaklarimda... Ayni apartmanda, yandaki komsumuzdan bi-haber yasarken gunumuz karanliginda...

Tepedeki kiliseye cikmak; dik yokuslarda pedal cevirmek; mezarligin etrafindan dolanmak; komsu adalara-misafirlige gitmek; dondurmacinin zilini duymak; bakkali; manavi, firini birebir tanimak...
bambaska anlamlarla doluydu salt bir aktivite olmalarinin disinda...
Adanin arkasindaki kumluk plaja gitmek basli basina maceraydi...
oysa kayalari asar, tepeleri gecer, sonunda Karayipler'dekine benzettigimiz kumluga ulasirdik...
Istakoz gibi yandigim gunleri hatirliyorum da, donus yolunda taslara takilip dusecek olsam; dusmek daha az canimi yakardi, birinin beni dusmemem icin kolumdan ya da omzumdan tutmasina kiyasla...
Soylene soylene gunes sonrasi kremleri surerdim. kendi kendime bogusurdum surmek icin cunku, anneanneme kalsa yogurda bulardi beni...

Geceleri yemek sonrasi iskele duvarinda; set ustu sohbetlerine dalmak muhtesemdi... Tum gunun dedikodusu yapilir, gunesin dogusuyla harekete gecis programi ayarlanir, atilip-tutulur, aksam yemegini fazla kaciran soylenir, bazilarinin izin saati erken dolar-onlar da soylenerek evlerinin yolunu tutardi...
Denize acilmak. kaybolmak. gizli kesifler yapmak... Bunlar da genclige adim atisimizin simgeleriydi... Bir sandal kiralanir, issiz koylar kesfe cikilir. Bir duyan-goren olsa, sanki acik denizlerde kurek cekiyoruz sanirdi...
Hayalleri canlandirmak. o yillarda bana duserdi. Sahneye, dekora ve isiklara pek gereksinimim yoktu... Bir kac kuru-kafadar ve her gosterimin arkasindan keyifle siritarak koparttiklari alkislar bana yeter de artardi... Kiminin cazgir annesini canlandirirdim, tam kizi opecekken cika-gelirdi anne kisi ve ben tam en can alici repligi soyleyecekken, kulagimi bukuverirdi arkadasin cazgir annesi... Kekelemekle, cirpinmak arasinda aciklamalar yapmaya cabalarken, arkadas coktan sirra kadem bamis olurdu.
Ve sansim hep yaver giderdi, sanat yapiyor olmam beni ucuz kurtarirdi... Cazgir anne figurumuz de oturup kendisini seyre dalardi..

Asik olmak. aci cekmek. huzunlenmek. kosturup durmak demekti...
Ada denince, denizin tuzu ve ask gelir akla...
Ya icer icer efkar yaparsiniz ya da ayaklariniz kesilmistir coktan ve temmuz kelebekleri gibi oradan oraya salinir, kosturur, yerinizde duramazsiniz...

Ask aslinda denizin tuzuna bulanmistir adada...
Ada; askin tuzlu halidir. Yosun kokan seklidir...
Denizin kokusunu insanin tenine bulastiran oluverir ask, adada...
Saclarina yapisinca; yikansan da uzun sure varligini koruyan ve uzun uzun yillar yurekten kopamayandir.
Burnuna cekince; nefesini acar insanin, halen de deniz benim icin nefes acici olarak anlamini korumaktadir...
Dalgalarin arasinda; balik gibi gozlerini acarak yuzmeye calisirken gozlerini yakandir, yuregi yakan gibi...
Yaz asklarinin actigi yaraya basilandir, denizin tuzu...
Kimi zaman geceleri sahile vuran; kum tanelerini opusunu; insanliga dalga sesi diye yutturan olur ask, adada...
Kimi zaman da hakikaten bir opucuktur, adali genclerin arasinda!
Baliklara lezzet katandir denizin tuzu...
Kislari anlamini yitirse de; her yaz kendini hissettiren olarak dogan
dogal ve masum bir parcasidir denizin... Deniz de adanin...
Ne farkeder ki? Hangisi hangisinin...

Yas ilerledikce; adanin degerini daha baska bir sekilde anlar insan. Kucuklugunu bilen ada sakinlerinden kendine dair serserilikleri dinlemek ister cok fazla buyudugunu dusundugu an!

Ada demek; ahsap evler, kuf ve yosun kokusunun birbirne karismasi demektir.
Orumcek aglarinin sardigi, los, basik bir tavan arasi, oymali bir sandik ve icinde eski-pusku fotograflar demektir.

Bir tarihin yattigi buyukbabanin evi; saglam dostluklar ve rezene kokusu demektir.
Bahcedeki agaclari budamayi ogrenmektir. Agaclara tirmanip dusmektir. Kiraz agacindan dusunce, sonra defalarca cikmasina neden olacak yer-edisli bir kol cikigina sahip olabilmektir.

Kis mevsiminde gidilirse adadaki eve; biraz usumektir.
Bol dedikodudur. Az insan ve cok huzurdur. G
Kis vakitlerinde ada, gece yarisi boza icmenin sart oldugu bir kara parcasidir. Boza sevmeyenin alternatif olarak kendini sahlepe vermesi halidir...
Uzun sabah kahvaltilarinin tadi adada bir baskadir. Pazar keyfinin tek kelimelik ifadesidir, ada.
Eskiyi ozlemektir.
Bu donemlerden bunalip, eskiye yolculuk etmek istemektir.

Ada; sehirden kacistir. Biraz da sehirde bulunan 'ben'den kacistir.
Cunku, herkes adada farkli bir yasam formuna burunur, yabancilasir sehir hayatinin icinde varolan kendisine...
Fasil'a gidince; Heybelili olmasan da; 'hadi bir istekte bulun' dediklerinde sana, "biz Heybelide her gece mehtaba cikardik.." demektir.
Kitap okumaya alismaktir, yalnizligin tadinin farkina varmaktir.
Perili bir ev bulmaktir. Pek cok hikayeler yazmaktir. Dolayisiyla yaraticiligi gelistirendir 'ada'.

Unuttuklarini yeniden hatirlamaktir ada. dizlerdeki ilk yaralarin olustugu yerdir.
Dedenin gul bahcesinin kenarinda bisiklete binmeyi ogrenirken dikenlere bulanmaktir ve hicbir sey olmamis gibi kalkip, yeni bisikletine birsey oldu mu diye bakmaktir.
Yuzucu olma hayalleri kurmaktir, sonra da tabir-i caizse bir bok olamamaktir.
Ilk askla; ilk kez sarhos olmaktir. Ve denizin tuzunun, goz-yaslarindan tadina bakmaktir...
Herkesin anlattiklarina sasirmaktir. Biraz da gizemli olmaktir ada...
Agirbasli olmayi; eski Itanbullu olmayi ogrenmektir.
Pek cok kulturun yuvasinda buyumektir.
Pek cok farkli insan taniyabilmektir.
Simdilerde haftasonu tadi kalmasa da, anilara sarilip; ahhh ah diye ic gecirebilmektir...
Kurulan dostluklarin deniz tuzuna bulanmasidir.
Bir donemdir. cocukluktur.
Kimi icin vazgecilmezdir. Nostaljidir.
Bir makaleyle bile aglatip, eskiye goturebilendir ada...
Tuzlu su, gozlerden cok; yurekleri yaksa da.... -z.d.-
bir pazar sabahiydi; dedem'e:

bir pazar sabahiydi…
aslinda her yer civil civil olmaliydi. planimiz
böyleydi.
her pazar sabahina rengarenk uyanmakti…
ne planlar tuttu hayati, ne de hayat planlarimizi.
hava aydinlik olmasina ragmen, günes yok gibiydi…
hissetmiyordum artik pek çok seyi.
böyle olacagini bilseydim, uyanmazdim hiç… uykuyu
sevmememe ragmen uyanmazdim…. uyurdum.
cumartesi kötü 1geceydi… dedemin evinden bogularak
atmistim kendimi disari…
onu o halde görmeye dayanamiyordum… dost kivamindaki
1icik arkadaslarim girdiler koluma… önce sinemaya
götürdüler, sonra da kahkahalar esligindeki
sohbetleriyle sardilar, sarmaladilar beni… daha iyi
gibiydim.. yine de içim çok sikiliyordu…
sabahin ilk isiklariyla eve dönmek için yola
çiktigimizda, dedeme birakmayi teklif etti arkadasim.
ınadim tutmustu 1kere, eve gidecektim. kendi
evime…
odama girdigimde saat 8i geçiyordu. pijamalarima
kavusup, rüyalar alemine gittim.
gözlerimi 1kaç kez, babamin saçma-sapan sorularina
cevap vermek için araladim.
her defasinda, uyumakta oldugumu hatirlatip, yeniden
yumdum gözlerimi…
en son bana seslendiginde kapinin arkasindan, bilincim
açilmisti… söylendim babama… uykusuzdum günlerden
beri… ne olurdu 1azcik daha uyusaydim ya !
babam, çalmakta olan cep telefonuna cevap verdi.
‘’evet, ayse’nin babasini kaybettik..’’ derken, sesi
uzaklasiyordu... duymustum. henüz gözlerimi açmadan,
henüz tam anlamiyla uyku halinden çikmadan... tavana
baktim. lila rengi yerine, simsiyahti adeta tavanim...
yatagimda dogruldum. ellerimden destek alarak kendimi
zorladim, yatagimdan çikmayi basardim. kapinin kulpunu
kavradigim sirada, bacaklarim bedenimi tasimiyordu…
kapimi araladim. ve odamin girisinde yere çöktüm.
aglamiyordum… sadece yaslarim vardi… bir bulut
geçiyordu sanki yüzümün üzerinden… bir sure öylece
kaldim. artik 1dedem yoktu…
yerden kalktim, babamin yanina gittim. ‘’ne zaman
öldü?’’ diye sordum.
‘’dokuza on kala..’’ diye yanitladi.



o anda hissettiklerimi, bir daha hissedecek olursam,
dayanabilir miyim? bilemiyorum… ıçimin acidigini,
çok acidigini söyleyebilirim…
oysa sabah… gidebilirdim dedeme… görebilirdim onu son
1kez daha… öpebilirdim yüzünü, ellerini…
söyleyebilirdim ona, onu ne kadar çok sevdigimi… hem
de defalarca…
mart ayinin ortalariydi, 1pazar sabahiydi… serin
rüzgar saçlarimi dagitiyor, yagmur bulutlari geçse de,
aglayamiyordum ben…
dedemin en erkek kiziydim. daha yapacak çok seyimiz
vardi.
hesapta 1tren yolculugumuz olacakti… çitalari
tamamlayabilirsek, rengarenk 1uçurtma yapacaktik…
kuyruguna yildizlar baglayacaktim ben…
kanlica’ya gidecektik yine, arabam servisten çikinca,
o küçüklügümde beni götürürdü, ben onu götürecektim
simdi…
asik oldugum 1adam olacakti, getirecektim onu dedemin
karsisina, 1sorguya çekecekti, ben huzursuz olacaktim…
yine bisikletle kovalayacakti beni… kuzen buse’yle,
canimiza okuyacakti… biz aldirmayacaktik…
ailenin en asi çocugu oldugumu söylerken bile
gülümseyecekti bana… içten içe kendine benzettigi için
beni…
1dedem olacakti hala… yasayacakti… kaybettigimde
farkina vardigim seyleri, o gitmeden önce
farkedebilecek kadar büyümüs 1torunu olacakti…
pazarlari yine sabah kahvaltilari rengarenk olacakti…
dayim, dedemle ugrasirken, ben kahkahalar esliginde
yerlerde yuvarlanacaktim… beni is yerinden arayacakti,
cips ya da dondurma isteyecekti… çocuk gibi oldugu
için eglenecektim…
pazartesileri, onu gömdügümüz gün diye, kendimi yataga
gömmek zorunda kalmayacaktim… kaçis uykularim
olmayacakti…
yine uykusuz gecelerde, 1kaç sigara tüttürüp, dedemle
terasta sohbet edecektik…
babama müzigi kis diyecekti… kardesime saçlarini
uzatiyor diye ‘’ne biçim erkeksin sen?!’’ diye
çikisacakti… küçük kuzen burçe’nin ‘’punk’’ kelimesi
açiklamasini algilamasi saatlerimizi alacakti… ara
sira fransizca sarkilar söyleyecekti…
kus sesleri, dalga seslerine karisirken, üsüdük, artik
içeri girelim diyecektik…
çok özledim seni, dedecim….[z.d.] nisan-24-'07.
bir pazar sabahiydi; dedem'e:

bir pazar sabahiydi…
aslinda her yer civil civil olmaliydi. planimiz
böyleydi.
her pazar sabahina rengarenk uyanmakti…
ne planlar tuttu hayati, ne de hayat planlarimizi.
hava aydinlik olmasina ragmen, günes yok gibiydi…
hissetmiyordum artik pek çok seyi.
böyle olacagini bilseydim, uyanmazdim hiç… uykuyu
sevmememe ragmen uyanmazdim…. uyurdum.
cumartesi kötü 1geceydi… dedemin evinden bogularak
atmistim kendimi disari…
onu o halde görmeye dayanamiyordum… dost kivamindaki
1icik arkadaslarim girdiler koluma… önce sinemaya
götürdüler, sonra da kahkahalar esligindeki
sohbetleriyle sardilar, sarmaladilar beni… daha iyi
gibiydim.. yine de içim çok sikiliyordu…
sabahin ilk isiklariyla eve dönmek için yola
çiktigimizda, dedeme birakmayi teklif etti arkadasim.
ınadim tutmustu 1kere, eve gidecektim. kendi
evime…
odama girdigimde saat 8i geçiyordu. pijamalarima
kavusup, rüyalar alemine gittim.
gözlerimi 1kaç kez, babamin saçma-sapan sorularina
cevap vermek için araladim.
her defasinda, uyumakta oldugumu hatirlatip, yeniden
yumdum gözlerimi…
en son bana seslendiginde kapinin arkasindan, bilincim
açilmisti… söylendim babama… uykusuzdum günlerden
beri… ne olurdu 1azcik daha uyusaydim ya !
babam, çalmakta olan cep telefonuna cevap verdi.
‘’evet, ayse’nin babasini kaybettik..’’ derken, sesi
uzaklasiyordu... duymustum. henüz gözlerimi açmadan,
henüz tam anlamiyla uyku halinden çikmadan... tavana
baktim. lila rengi yerine, simsiyahti adeta tavanim...
yatagimda dogruldum. ellerimden destek alarak kendimi
zorladim, yatagimdan çikmayi basardim. kapinin kulpunu
kavradigim sirada, bacaklarim bedenimi tasimiyordu…
kapimi araladim. ve odamin girisinde yere çöktüm.
aglamiyordum… sadece yaslarim vardi… bir bulut
geçiyordu sanki yüzümün üzerinden… bir sure öylece
kaldim. artik 1dedem yoktu…
yerden kalktim, babamin yanina gittim. ‘’ne zaman
öldü?’’ diye sordum.
‘’dokuza on kala..’’ diye yanitladi.



o anda hissettiklerimi, bir daha hissedecek olursam,
dayanabilir miyim? bilemiyorum… ıçimin acidigini,
çok acidigini söyleyebilirim…
oysa sabah… gidebilirdim dedeme… görebilirdim onu son
1kez daha… öpebilirdim yüzünü, ellerini…
söyleyebilirdim ona, onu ne kadar çok sevdigimi… hem
de defalarca…
mart ayinin ortalariydi, 1pazar sabahiydi… serin
rüzgar saçlarimi dagitiyor, yagmur bulutlari geçse de,
aglayamiyordum ben…
dedemin en erkek kiziydim. daha yapacak çok seyimiz
vardi.
hesapta 1tren yolculugumuz olacakti… çitalari
tamamlayabilirsek, rengarenk 1uçurtma yapacaktik…
kuyruguna yildizlar baglayacaktim ben…
kanlica’ya gidecektik yine, arabam servisten çikinca,
o küçüklügümde beni götürürdü, ben onu götürecektim
simdi…
asik oldugum 1adam olacakti, getirecektim onu dedemin
karsisina, 1sorguya çekecekti, ben huzursuz olacaktim…
yine bisikletle kovalayacakti beni… kuzen buse’yle,
canimiza okuyacakti… biz aldirmayacaktik…
ailenin en asi çocugu oldugumu söylerken bile
gülümseyecekti bana… içten içe kendine benzettigi için
beni…
1dedem olacakti hala… yasayacakti… kaybettigimde
farkina vardigim seyleri, o gitmeden önce
farkedebilecek kadar büyümüs 1torunu olacakti…
pazarlari yine sabah kahvaltilari rengarenk olacakti…
dayim, dedemle ugrasirken, ben kahkahalar esliginde
yerlerde yuvarlanacaktim… beni is yerinden arayacakti,
cips ya da dondurma isteyecekti… çocuk gibi oldugu
için eglenecektim…
pazartesileri, onu gömdügümüz gün diye, kendimi yataga
gömmek zorunda kalmayacaktim… kaçis uykularim
olmayacakti…
yine uykusuz gecelerde, 1kaç sigara tüttürüp, dedemle
terasta sohbet edecektik…
babama müzigi kis diyecekti… kardesime saçlarini
uzatiyor diye ‘’ne biçim erkeksin sen?!’’ diye
çikisacakti… küçük kuzen burçe’nin ‘’punk’’ kelimesi
açiklamasini algilamasi saatlerimizi alacakti… ara
sira fransizca sarkilar söyleyecekti…
kus sesleri, dalga seslerine karisirken, üsüdük, artik
içeri girelim diyecektik…
çok özledim seni, dedecim….[z.d.] nisan-24-'07.


ne hasta bekler sabahı
ne taze ölüyü mezar
ne de şeytan bir günahı
seni beklediğim kadar

geçti istemem gelmeni
yokluğunda buldum seni
bırak vehmimde gölgeni
gelme artık neye yarar

NECİP FAZIL




....gun gelecek, bu siiri gazetedeki koseme yazacagim.
muhtemelen yillar yillar gecmis olacak hikayenin uzerinden ve muhtemelen burusmus olacagim.
tabii sen de...
sen de burus burus olmus olacaksin...
en azindan yolu yarilamis olacaksin.
kim bilir kimler girecek hayatina o sure zarfinda, kim bilir kimler gocmus olacak hayatindan...
ve sen beni animsayacaksin.
ben ise; sana cok uzakta, bir baska diyarda; bir baska hikayenin farkli bir seklini yasamakta olacagim...
gorecelidir yasamak;
pek cok acidan gorebilmek ise; basli basina bir beceridir.
afaki olamaz hicbir goz, zaman zaman empati yaparak girer baska acilara,
dalip gitmek gerekir bazen derinlere,
gorebilmek icin...
goz degil sadece gorgu organi;
bes duyuyu yasatmaktir bakis acisi,
ve pek cok bedenle, pek cok aci olusur hayatta,
ben'likten ve benci'llikten arinmis bir bakis acisi ise; sadece ve sadece arafta...
kisaca kadrajda ne varsa;
bakis acisi o demektir...
herkesin gercegi bakis acisinda yansiyanla sekillenir;
oz'de ne varsa; goz'de o belirir...
...ve kim ne derse desin, hayat neylerse eylesin,
ister toy, isterse burusmus bir beden gozlere hukmektsin;
gormek istedigimizi goruruz;
gordugumuzu algilariz;
algiladigimizi yasar ve yasatiriz.... -z.d.-
Birkac kelime, birkac ozel betimleme...

bira
yalniz da icilebilen nadir ickilerdendir.
televizyon karsisinda yudumlanabilir.
cok kolay carptigi soylenemez.
mac gecelerinin vazgecilmezidir.
patlamis misirla; ev muhabbetleriyle; kalabalik oynanan oyunlarla; findik-fistikla; harika bir rock konseriyle; herhangi bir spor programini/musabakasini izlerken; papates kizartmasiyla; havuz basinda ya da kumsalda; karli bir gunde izlenen filmin yaninda; herhangi bir markanin cipsiyle olunca; muhabbet koyulaninca; sahilde kayaliklarin orada; bazen limonla; cogu zaman birkac melodi yaninda olunca ya da sadece tingirdayacak bir gitar ve mirildanacak birkac sarki bulununca... bira tadina doyulmaz olandir.
sagliga da yararlidir. elbette; azi karar; cogu zarardir. son damlasina kadar yudumlanmalidir.. ne de olsa nimetten sayilir.
belli bir kesimin; kutsal saydigi icecektir. hatta yasamsal icecekleri olarak yerini almistir.
"save water; drink beer!" diye kampanyalar yapilmistir.
pek cok cesit markayla piyasada en cok tuketilen alkollu ickiler arasindadir.
teneke ve cam siselerde bulunmaktadir. son zamanlarda pet siselerde de uretimine rastlanir; yine de alisilmis lezzet bu siselerde barinmamaktadir.
envai cesit markaya; yeni eklenen meksika biralari revactadir. gercek bira sever bu tiplerle uzaktan-yakindan iletisim kurmayacaktir.
uretimi cok ucuzdur. sicak versiyonlari da mevcuttur. belli ulkelerin biraya olan asklari dunyada yankilanir durur.
her ne kadar vazgecilmez gibi dursa da; uyarmak gerekir; bira mayalidir. bira icen eglenceli insandir. bira icerken tuvalet yakinda bulunmalidir. ve duzenli olarak bira icen biri olunursa; gobek denen vucudun parcasi; vucuttan ayri bir organizma olarak gelismeye baslayacaktir.








raki
aslan sutudur kendisi...
tok beyaz rengiyle; misler gibi anason kokusuyla insani bastan cikarir.
katik edilmeden ve ayak ustu icilmez.
sohbet/muhabbet; es-dost-arkadas-yoldas; yenilip-yutulan mezeler ve sadece sus icin oylece duran goz mezeleri; sen kahkahalar; biraz fasil; biraz yanik ses; kimi zaman efkar; kimi zaman derin derin cekilen ahhh'lar; nadiren sessizlik; ya da kiyiya vuran deli deli dalgalar eslik eder rakiya...
rituelleri vardir. raki masasinin kurallari vardir.
rakinin adabi vardir.
rakinin yasanan bir ruhu vardir.
saati gelince; kadegine dolar... icine buz ve su eklenince yumusar... aciyorsa canin; sek ictiginde acini daglar...
birkac kadehten sonraki keyfin yerini sence ne tutar? ...diye hic sormayalim; raki icmek icin/rakilamak icin bahane aramayalim.







unutulmayan vizontele replikleri
"-yildizlar niye kayiyorlar?
-sordum onu ben;orasi cok kalabalik oldugundan kayiyorlarmis...
-kime sordun?
-bir arkadasa..."

"-haniiiim nirde?
-ni nirde??!
-vizontele nirde?"

"-ceketin var mi emin?
-uzun kollu olan mi?"

"-"fikri" dedi, dedim adimi nereden biliyor? megerse kunyeden gormus..."

"-yeni bir sampuan cikmis duydun mu? ....."

"-ben tarik akan'i gordum; ahanda burama geliyordu... (yukarilarda bir yeri gostererek..)"

"-eneee; karincalar film cekmisler lan!"

"-sadri alisik'in arkasindan bagiriyorum; "ayhan isik, ayhan isik!" diye... bakmadi tabii..
...
-demek ki ayhan isik'in arkasindan da; "sadri alisik, sadri alisik!" diye bagirsam; bakmayacak..."

"-buyur agabey icer misin?
-yok bu saatte icmem.
-sorun degil agabey; dert etme.. saati ileri aliriz."






bebek
aglarken sesi kisilmaz; butun gun aglayabilir.
gulerken hicbir engel tanimaz; karsisina cikan herkesi gulumsetebilir.
uyurken butunu bozmaz; derin bir huzur verir.

bir butundur bebek...
tum duyulariyla guler; tum duyulariyla aglar; tum duyulariyla duygularini yasar ve yansitir...
bozulmamis; kirlenmemistir.
dunyevi bulanikliklardan uzaktir.
yepyeni; taptaze bir candir.
saftir; mis kokuludur...

bebek; insanin bozulmadan onceki son halidir.





sinerji
ayni frekansta yayin yapan insanlarin; elektrik akimlarinin; zihinsel uyumlarinin; fiziksel hareketlerinin; auralarinin ve enerjilerinin butununun yarattigi uyumdur.
bir takimin basarisini garantileyecek isiktir.
ayni ruhtur... takim ruhudur...
benzemektir; benzerlik gostermektir. saygi duyarak; beraber olabilmektir. "biz" diyebilmektir. beraber hareket edebilmektir.
zamani; enerjiyi ve paylasimi dogru degerlendirmektir.
sefayi beraber surebilmek; cefayi beraber cekebilmektir. omuz omuza olmak; digerinin sorumlulugunu yuklenmek; ortak calismaktir. herseyi ustlenmek ve herseyi paylasmaktir. bilgi ve enerji alisverisidir.
butundur.
takim oyununun; butunlugun; ruhlarin aralarindaki gorunmez bagdir.
buyuk ve yenilmez guctur. takim ruhudur; ruhsal enerjidir.





seni sevmiyorum
seni sevmiyorum...

diyen en basta kendini sevmiyordur.
oturup dusununce; sevmenin en saf halini... ve sevmeme eyleminin acitan gercegini; "seni sevmiyorum!" diyebilen bir insanin nasil da acimasiz bir canli oluverdigini...

bir sevgiliyse dile gelen kisi ve sevmedigini haykiriyorsa; yurekleri nasil daglar; kelimeler bile yan yana gelse anlatamazlar!
bir evlatsa dile gelen kisi ve sevmedigini haykiriyorsa; ne demeli bilmiyorum... nasil sevilmez bir anne ve bir baba....
bir kardesse dile gelen kisi ve sevmedigini haykiriyorsa; nasil acitmistir kanindan olan can; hem kendi canini; hem de kendi kanindan olan can'i...
bir dostsa dile gelen kisi ve sevmedigini haykiriyorsa; ne kotu bir gundur o! bir daha varolmayacak nasil olsa ve bir daha dost bilinmeyecek sevilmeyen kisinin hayatinda...

sevmemek; sevmenin tersi midir? diye dusunuyor insan... yoksa bambaska bir duygu-seli midir? ...seven kisinin; sevmekten vazgecmesi icin ne kadar buyuk birsey gercege donusmelidir; ne kadar derinden etkilenmelidir...
baska birini sevmeye basladiginda; oncesinden sevdigini daha az seviyor olsa; sevmiyorum demez insan.
sevmekten vazgecen; nelerden vazgecmistir bir bilse; vazgecer miydi sevmemekten ve yeniden sever miydi acaba?!
oylesi kotu yanki bulan bir cumle ki... oylesi kisa bir cumle ki...
kisa; sert ve yillar yili yurekte yanki bulacak kadar guclu!

seni sevmiyorum diyen insan; kendini sevmekten vazgectigini soylemeye calisiyordur.
ve bir insanin soyleyecegi en buyuk yalandir; kendini inandirdigi ve kendini kandirabildigi anda agzindan cikan; dudaklarindan dokulen...

seni sevmiyorum demek; duygusal bir degisim degil; ruhsal bir olumdur.
icinde yitirdiklerini farkedemez insan ve boyle dile gelir sonucunu dusunmeden o an...
seni sevmiyorum demek; sevmekten vazgecmek degildir; bulundugu durumdan vazgecme seklidir.
degisim yasalarinin getirdigi sert ruzgarlarla baska yonlere savrulmak istegidir.
seni seviyorum ve gidiyorum diyemez icinden kanayan ve isyanlari oynayan yurek;
alip-basini gidecek kadar kaybolmussa kendi icinde; diyemez seni seviyorum... ve seni seviyorum derken arkasina bakmadan gidemez insan...
seni sevmiyorum diyecektir.
her kime diyorsa; sevdigi halde; acitmak istemistir. cunku kendisi daha beter aci cekmektedir.
seven sevdigini acitir.
seven insan gidecekse; kendini sogutmak ister bazen;
geride akli kalmasin diye; kotu bir aniyla nokta koymayi secebilir bazen;
yillarin acisini cikartmak icin; sevmedigini dile getirebilir.
seven insan; seni sevmiyorum diyebilir.
gercekten sevmeyen; boylesi kisa bir cumleyi soyleyecek kadar bile kalmayacaktir.
ve sevmediginin soyleyerek gidenin yarasi hep acik kalacak; hep kanayacaktir. -z.d.-






kalem
ruhu dillendiren; ruhu dinlendiren; kiminin yazarak nefes almasina araci olan; kiminin dilinin keskinligini koreltip kelimelere doken; murekkepli; kursun; tukenmez; cit-citli; tuylu ve hatta boya kalemi diye adlandirilan cesitleri bulunan; yuz yillardir bos sayfalari dolduran harikadir.
yaraticiligin bedene burunmus halidir kalem.
yaziya renk verir; insani yonlerin belirmesine neden olur; iz birakir; kalmis olan izlerin acisini azaltir; ask ilan eder; istifa eder; isyanlara rahatlama sansi verir; hasreti dindirir; kimi zaman keyifli; kimi zaman acikli bir gorunumle dile gelir.

dilden derin yara acar; kursundan daha beter yaralar; kanatti mi oluk oluk akitir; yakti mi uzak-yakin pek cok yuregi daglar...
sessizdir... sakindir... en yakin dostu en basta murekkep; daha sonra bos sayfalar; hemen sonrasinda da sag ya da sol ile parmaklardir....

koleksiyoncusu vardir. ozel markalarin yarattigi pahali nesneler olarak sunulan cesitleri vardir.
yazar denen kisilerin ugurlu olduklarina inandiklari kalemler vardir.
bazilari sans getirir; bazilari lanetlidir.

degerini ve anlamini bilen icin; hayatini kalemleriyle paylasan; zamaninin cogunu kalemleriyle -sadece yazarak- geciren icin en basiti-en dandik olani bile paha bicilmezdir.







raggae
rasta saclari; bob marley'i; devasa yuzukleri; renkli kiyafetleri; sokak aralarinda; kocaman teneke yiginlarinin yaninda; renkli duvar yazilarinin bulundugu catlak duvarlarin onunde verilen pozlari; keskin ot kokusunu, yani marihuana'yi; eglenceli melodileri; cikolata renkli insanlari; rahatligi ve dunyaya bosvermisligi; ceplerin bos; kalplerin dolu olusunu; sicak havayi; biraz da isyani icinde barindiran bir turdur.
seveni cok sever; begenmeyeni de gercekten duymaya katlanamaz. farkli bir renk ahengi sunar.






guzel olan sevgili degildir sevgili olan guzeldir
"ben guzele guzel demem; guzel benim olmayinca..." deyisini andiran bir cumledir.
sevdigi insani guzel bulan; sevdigini guzel goren; sevdiginin guzelligini vurgulayan insanin sozudur.
guzelik goreceli bir kavramdir. cok cirkin buldugunuz birine; onu seven birinin gozlerinden bakinca; hakikaten bambaska bir guzellik gorulebilir... dememis midir mecnun; "siz leyla'yi bir de benim gozlerimden gorun..." diye... seven insan baska bakar sevdigine; baska bir guzel gorunur sevdigi, gozlerine...







ben sana dememis miydim
rahatsiz edici bir bilgelik cumlesi... hisleri ve ileri goruslulugu ile yaklasmakta olan tehlikeyi; olabilecekleri; basimiza gelebilecekleri onceden bildirmis olan kisinin; biz kivranirken; kendi bilgeligini; patavatsizlik; ukalalik ve dusuncesizlik ucgeninde harmanlayarak bize yeniden hatirlatmasidir.
olan olmustur. giden gitmistir. basimiza gelen gelmistir. hatayi yapmis; elimize yuzumuze bulastirmisizdir. muhtemelen kivranmaktayizdir. sucluluk turevinde agir bir duygu hissetmekteyizdir. canimizin aciyor olmasi muhtemeldir. ve butun bunlara eklenen nice seyler ve keskelerin agirligi vardir uzerimizde...
paylasmak icin birine siginmak isteriz; daha onceden paylastigimiz birini seceriz ki yorulmayalim... gecmisi bilen biri olsun diye ona gideriz ve ne yazik ki "ben sana dememis miydim?!" cumlesini duyariz; bin pisman oluruz.

kotu hisleri deprestiren bir kelime obegidir. "demistin de ne oldu?" diye cevaplanabilir.
soylenen insanin gununu karartmaya yeterlidir -uyarilmis olan durumun boyutuna gore...- oyleyse ne gerek vardir soylemeye! kisaca; gereksiz bir cumledir.









yalan
dogru ya da gercek aciklandiginda sebep olacagi her neyse; yerine soylendiginde daha da kotu seylerin ortaya cikmasina sebep olacak zehirli kelimeler butunudur.
kirlidir; kirletir.
aciklamaktan korkulan; saklanilan birseyin ort pas edilmesidir. maskedir. makyajdir. sahtedir. kandirmacadir. aciklanacak seyin hissettirdigi korkudan daha derin korkulari yaratacaktir.
istenildigi kadar cabalansin; elbet birgun ortaya cikacaktir.

beyaz-pembe ve masum yalanlar adi altinda; sevimli sekilleri oldugu soylense de... yalan her turuyle zehirlemeye hazir bir yilandir.

itiraf edilse de; edilmese de; her insan mutlaka soylemistir. soyleyecektir. sadece zehirinin dozu degisim gosterecektir. bu belki beyaz mi; pembe mi; masum mu yoksa kara bir yalan mi boyle anlasilabilmektir. belki de insanlarin; yalan soyleyebilmek adina kendilerine soyledikleri oldurucu bir yalandan baska birsey degildir.








yalnizlik
yalnizlik; melankoliyi sevmektir.

yagmurda yalniz yurumektir.

masal anlaticak kimse olmamasidir.

koltukta kivrilip uyuya kaldiginizda; uykuya dalmadan once okudugunuz ve uzerinizde durmakta olan kitabi masaya koyacak ve uzerine battaniye ortecek kimsenin olmamasidir.

herhangi 1ogunu masada tek basiniza yemenizdir.

yalnizlik; kendi kendinize konusmaktir.

gunun sonunda eve geldiginizde; yasadiginiz iyi-kotu-ilginc-mucizevi olaylari paylasacaginiz kimse olmamasidir.

yalnizlik; telefon sesi duymamaktir.

gece arkadaslarla 1yere cikildiginda; slow 1parca calmaya basladiginda; 1den herkesin cift oldugunu farketmektir.
sabah uyandiginizda gunaydin diyen kimse olmamasidir..

uyanmakta zorluk cekip; yorgani kafaniza cekip yataga iyice gomuldugunuz zamanlarda; hadiii kalk artik!! ise gec kalicaksin.. diyen 1inin ya da aile uyelerinin olmamasidir..

yatakhane'de uyumak icin odaya geldiginizde kalbinizin acimasidir.

eskiden duydugunuzda hic1sey hissettirmeyen sarkilarin; 1anda sizi gozyaslarina bogmasidir..

evcil hayvanlarin bakiminin zor oldugunu iddia ettiginiz; ya da korktugunuz halde; kendinize 1kedi ve ya kopek almak icin karar verdiginiz andir..

uyurken yastiga ya da kucuklugunuzden kalma pelus 1ayiya sarildiginiz andir(u: smiley var) (u: smiley var)

telefonda saatlerce bos konustugunuzda hormudanan-bunalan ya da sizi yanina cagiran kimsenin olmamasidir..

sinemaya yalniz gitmektir.

yalniz tatile cikmak-seyahat etmektir.

tencere yemegi yaptiginizda bitiremediginiz icin bozulmasidir.

buzdolabinin bombos olmasidir..

eve donmek istememektir..

siir yazmaya baslamaktir..

ve daha 1suru sey yalnizliktir.. yalnizlik; insanin kendini unutmasidir. -z.d.-.








biz
pek cok farkli kullanim alani olsa da; her kullaniminda ayni anlami vermektedir.
butunlugu gosterirken; baskalarindan da soyutlayandir.

kisi zamirinin; birinci cogul halidir.
toplulugu simgeler; butunlugu belirtir. ve digerlerinden ayri bir belirtici zamirdir.
takim ruhunu yansitir.
beraberliklerde/iliskilerde; ozellikle evliliklerde kullanilmasi gereklidir. sen ve ben'den; biz'lige gecis sancili bir donemdir.









parazit
birkac anlama gelen kelimedir.

parazit-1- bir konusma ve gorusme esnasinda; araya giren yabanci ve bolucu seslerdir. ozellikle; telefon ve telsizlerde olur. radyo kanallari arasinda da zaman zaman dalgalar kayarsa parazitlenme yasanir. genelde cizirtili ve sinir bozucu bir sestir. zaman zaman baska hatlarin ya da uydularin birbirlerini etkilemeleri ve birbirlerine karismalari sonucu; bambaska birinin; bir yabancinin sesi olarak da adlandirilir.

parazit-2- mecazi olarak ve argo kullanimda; konusmayi bolen kisilere de "parazit yapma!" diye hoykurulur.

parazit-3- bir cesit organizmadir. bagirsaklarda; tuylerde; diskida; toprakta gorulur. zararsizlari oldugu gibi; fazlasiyla zararli olanlari da vardir. cig et yenmesi sorunucu olusabilir. hayvanlarda ciddi hastaliklarin belirtisidir. evcil hayvanlar icin; her uc ayda bir duzenli olarak asilama ile onlenir. insanlarda ortaya cikmasi durumunda; yogun tedavi gormek gerekir. ileri safhalarinda; cok yemek yendigi halde asiri kilo kaybina; ishale; kusmaya ve cesitli kanamalara yol acacak kadar ciddi boyutlara ulasir ve olume goturur.
halk arasinda "kurt" diye de tanimlanir.








unutulmaz yesilcam replikleri
"bedenime sahip olabilirsin ama; ruhuma asla.. "
"annecigim, ben bu amcayi cok sevdim. ona baba diyebilir miyim?"
"canımın ici babacigim dogruyu mu soyluyorsun?"
"hatirlar misiniz, bir zamanlar fakir ama gururlu bir genc vardi..."
"bizim bu dunyada yasamaya hakkimiz yok mu be hakim bey abicim?!"
"seni sevmiyorum, seninle oyun oynadim, bunu anlamadin mi hala?"
"yalan soyluyorsun!"
"kelaaaj!"
"ustlendigin vazife cok muhim kemal, bu gorevi layikiyla yapacagindan eminim."
"atil kurt!"
"durun, siz evlenemezsiniz, cunku kardessiniz. "
"senin annen bir melekti yavrum..."
"ben pic miyim?"
"turist omer derler benim adima, pisman olur bakmayanlar tadima. "
"n'ayir, n'olamaz!"
"guzel oldugunuz kadar kustahsiniz da."
"evlenince pembe panjurlu bir evimiz olacak; bahcesinde cocuklarimiz kosacak..."
"nen var kuzum?"
"biz ayri dunyalarin insaniyiz."
"reca ederim bu bahsi kapatiniz. zira..."
"allahim bu ses! .... evet; sen..."
"goruyorum... evet; goruyorum!"
"soyleyin hanginiz kara murat?!"
"iste buna osmanli tokadi derler!"
"lutfen pesimi birakin, muhitimize geldik."
"yavrum; ben senin amcanim. amca demek; baba yarisi demektir..."
"emrah; kos!...".

/z.d./
“All there is...   is consciousness.”

dusler-de...

dusler-de...
ya da muallak ve araf'ta...
Early bed, Early rise, Makes a girl;
Healty, Wealthy and Wise...


- Atilla Agabey, bunu bana soylediginde yatili okula gonderiliyordum... Kulaklarin cinlasin; kocaman oldum ve hic unutmadim.