hAiku boX

hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX hAiku boX

Thursday 16 July 2009


KOSE KAPMACA;


Haydi cocuklar; gelin bugun 4/4luk birer cocuk olalim.
Eteklerimizdeki incileri dokelim, kosalim-oynayalim.
Bugun; itiraf edelim, icimizde bir cocuk yasattigimizi ve uzun zaman sonra ilk defa masum bir oyuna eslik edelim; beraber doya-siya gulelim...
Haydi cocuklar; bugun 'Kose Kapmaca' oynayalim, gelen-gelsin, beklemeyecegimi duyurayim!

...

Cumartesi sabaha kadar calistik. 6:00'yi geciyordu; eve donus yoluna girmek icin hazirlanmaya basladim. Ziril ziril agladi telefonum, "Eve gitmek istemiyorum!" diye...
Laf yetistirecek halim yoktu, duymamazliktan geldim.
Ardindan, telefonum, bu umursamaz halime isyan etti ve canim kardesim Hande'den (Akyan) yardim istedi.

Geceden kalma bir sesle cevapladim. Hande ise; hic olmadigi kadar dinc bir sesle karsimdaydi. Saskinligimi gizlemedim.
Uyumus, erkenden de uyanmisti...

Aklima, babamin kolejden arkadaslarindan Atilla Agabeyin () vakt-i zamaninda bana soylemis oldugu bir tekerleme geldi;
"Early bed, early rise, makes a girl; healthy, wealthy and wise!" - "Erken yatmak, erken kalkmak, kucuk bir kizi; saglikli, varlikli ve akilli yapar!"
Gulumseyerek konusmaya devam ettim.

'Hatun haydi sabah kahvesine!' dedi, telefonun ucundaki civildayan sesin sahibi.
'Hande'm, hic uyumadim ben...' diye, kisik sesle homurdandim.
'Haydi ama! Bu kadar yaslanmis olamazsin! Sen alisiksindir, haydi haydi, sahilde bulusuyoruz. Yarim saat yeter mi?' dedi.
Emrivaki kabak gibi ortadaydi; Hande'ye olan zaafim da suphesiz bir gercekti. 'Pekala, teslim oluyorum. Yarim saat sonra Ortakoyde guvercinlerin arasindayim...' diye bayrak salladim.

...


Iskelenin onunde beni kucakladi. Sagolsun; yuzundeki muzip gulumsemeyle icimdeki afacan cocugu da uyandirdi. Elele verdik ve bir kosu koparttik.
Sahil seridinde bulunan guvercinlerin arasindan gectik. Hepsi ucustular; biz de kahkahalarla her zamanki kahvemizi icmek uzere, her zamanki kosemizde yerimize dogru sallana sallana ilerledik.

Kahvemi parmaklarimin arasinda tutarken, aklima Pazartesi gunu, Canakkale'de yapilacak olan sempozyum geldi. Yol bilgileri icin Hande'ye danismayi dusunuyordum, karsimda dururken hemen sordum. Hande dinledikten sonra bir sure sessiz sessiz denize bakti ve masaya dogru uzandi.
Eve gitmek istemeyen haylaz telefonumla koyu bir sohbete dalmis olan kendi huysuz telefonunu birbirlerinden ayirdi. Sorularima daha net cevaplar bulmak icin babasini aradi.

...

'O zaman biz aksam yola cikariz. Sabah kahvaltisina menemen isterim babacigim.' dedi ve telefonu kapatti.
Her sey kontrolum disinda gelisiyordu.
Hava kararmaya baslarken. direksiyon basindaydim. Hande coktan tatil moduna girmisti. Bense; Tekirdag istikametinde dort nala giden icimdeki cocuga yetismeye calisiyordum.

...

Hande arabada uyuklarken; vapurda dolasmaya basladim. Kenarda bir yere konuslanip bir sigaraya dert yandim. Halimi goren baliklar, dalgalarin arasindan katildilar sohbetimize...
Yol boyu konustuk, dosthane balik arkadaslarim Lufer, Mezgit ve Cinekop ile...
Limana yaklasirken arabaya donmem gerektigini soyledim. Sigara'm coktan gitmisti. Baliklar ise; ne gitmeyi istiyorlar, ne de onlari birakip gitmeme izin verecek gibi duruyorlardi.
Lufer bozuk caldi. Mezgit anlayisla karsiladi. Cinekop ise; benimle gelmek istedi, arkadaslari zor yakaladi...

Balikesir'e vardigimizda, mukellef bir sofra ve ikinci ailem olan Hande'nin ailesi bizleri karsiladilar.
Midemizi lezzetli yemeklerle, yuregimizi de aile sevgisiyle doldurup; bize hazirlamis olduklari odamiza cekildik.
Bunye uyuma ihtiyaci hissediyordu, ihtiyacini karsilamak uzere pijamalarimiza terfi ettik.

Gozlerimi actigimda, karanlik cokmustu. Hande coktan ayaklanmisti. Kendime ceki-duzen verip, odadan ciktim.
Verandada panik havasinda bir kosusturmaca vardi.
Neler oldugunu anlamak uzere yanlarina gittim. Aksam ziyafetine dair son hazirliklar yapiliyordu.

'Uyandirmaya kiyamadik kizim; haydi durma oyle masaya buyur!' dedi, mangal basindaki ikinci babam.
Uyku sersemi kucuk bir kiz olarak soz dinledim. Masada bana ayrilmis olan yere oturdum. Hande'nin erken saatlerde uyanip, mutfaga girdigini isaret eden mezelere goz attim.
'Gozune eksik gelen bir sey var mi kardesim?' diye atladi Hande.
'Neredeyse yarisindan fazlasi goz-mezesi bunlarin Hande'cim, daha ne olsun?!' dedim ve kahkahayi patlattim.
Lafa karisarak mangal basindan donen babamiz; baliklarla beraber yerine oturdu. Elindeki kocaman salata tabagiyla annem de verandadaki masaya yerlesince, catal-bicak sesleri hakimiyetlerini ilan ettiler.

Mezelerle bogusurken, 'Sogutma...' diyerekten onume Cinekopu uzatti babam.
Hande'nin tabagina baktim, Mezgit vardi. Ortada ise, Lufer duruyordu.
Ne yapacagimi sasirarak, rakimdan irice bir yudum aldim.

...

Balikesir ve Canakkale turnesini tek parca atlatip, heybetli Istanbul'a donunce hava degisikliginin ruhuma iyi gelen bir sey oldugunu anladim.
Icindeyken boguyordu bu sehir beni; disindayken de ozlemiyle yakiyordu... Ne menem istir, bu yasima geldim; halen anlayamadim!

Uzun araba yolculugunun yorgunlugu olur saniyordum, yanilmisim. Gece saatler ilerliyordu, kacmis olan uykum geri gelmiyordu. Karar verdim, onsuz gidecektim ruyalar alemine; vurdum kafayi-yattim.

...

Uzun koridoru gectim. Odasinin kapisini tiklattim.
Yukselen 'Geliniz...' sesine eslik ettim ve iceri girdim.
'Gununuz aydin olsun!' diye, gulumseyerek selamladim. Bir sure sohbete daldik. Canakkale turnesine ait hikayeleri anlattim. Konu konuyu acti.
Lafi dondurup-dolandirdim.
Sonunda anladi. Bir derdim vardi. Durdu ve gevelemeyi birakip; yumurtlamami istedi.
'Tuncay Agabey (Ozkan); ben siyaseti birakiyorum.' dedim.
Dememle beraber, gozleri fal-tasi gibi acildi ve hiddetle masaya vurdu.

Masadan cikan gumburtuye, calar saatimin sesinin karismasiyla irkildim. Gozlerimi araladim ve saati susturdum.
Yorganin altina girdim, 'Neyse ki ruyaymis!' dedim.

...

Yastigimin altindan ciliz bir sesle telefonum halsiz halsiz titredi. Yorgani kafamin ustunden kaldirdim, yan donup-dogruldum ve cevapladim.
'Hep sen mi beni uyandiracaksin? Uyanman lazim, gunaydin Zeinep Hanim!' diye melodik bir sesle uykumu araladi sevgili Okan (Unlu).
'Gunaydin Okan, saat kac?' dedim.
'Dokuzu geciyor, gec kaldin!' diye halinden memnun bir sekilde cevapladi. Sonra da, soylediginden pek emin olamayarak; 'Degil mi?' diye ekledi.
'Dokuz mu? Yoo yo hayir gecikmedim. Yine de tesekkur ederim. Hayirdir, erkencisin?' dedim.
Hafif bozuldugunu hissettirerek; 'Evet, su kulagimla ilgili doktor kontrolune gitmek icin erkenden kalmak zorundaydim.' diye geveledi.
'Haber ver doktor cikisinda, olur mu? Ya bir saniye; bugun gunlerden...' derken, sozumu yarida kesti.
'Gunlerden sali.' dedi sinirli sinirli.
'Tanrim! Saat dokuz, gunlerden sali... Benim ne kadar gec kaldigimi tahmin bile edemezsin! Bugun sunumum var!! Hem de yarim saat sonra!' diyerek yataktan zipladim.
'Harika! Haydi kolay gelsin sana kucuk hanim...' dedi, keyfinin fazlasiyla yerine geldigini belli eden bir sesle.

Her zaman cocuk rolunde olan Okan, bu sefer buyuk-adam oluvermisti. Okan'i telefonda biraktim, telefonumu yataga firlattim ve yalpalayarak banyoya dogru bir kosu kopardim.

...

Ozel universitelerden birinde, asistani oldugum hocanin onerisiyle, tezimi ogrencilerine sunmak uzere bes dakika gecikmeli olarak anfiye girdim. Bes dakikaya gecikmeye ragmen; ogrencilerden erken gelmistim. Bir sure; espri anlayisi bir hayli fazla olan hocamin diline dolandim.
'Ogrenciligin boyunca hep merak ederdim, seni hic ogrenci olarak gorebilecek miyim diye; sonunda!' dedi ve karistirmakta oldugu dosyasini kapatip, masaya vurarak;
'Demek gec kalabiliyorsun, demek sacini sinifa girerken toplayabiliyorsun... Asistan olduktan sonra, ogrenci olmayi ogrenmek nasil bir duygu Zeinep kizim?' diye sorusunu ekledi.
Yuzundeki alayci gulumsemeye, sahte bir yansimayla eslik etti dudaklarim.

'Hayatimiz boyunca ogrenciyiz hocam, asistan ya da profesor, ebeveyn ya da torun sahibi olmak bir seyi degistirmiyor. Her gecen dakika ogreniyoruz, her gecen dakika farkli bir konunun ogrencisi olarak yeniden sekilleniyoruz.' dedim.
'Hah! Hazir cevap seni! Madem oyle bayan Zeinep; neden hep diger ogrencilerden farkliydin?' diye gulumsemesi yuzunde yer etmis bir halde yeniden sordu.
'Ogrencilerden farkli degildim. Sadece ogrenci kriterlerine aykiriydim. Hep aykiriydim hocam. Mesela, bugun de aykiri bir asistan oldum.' diye cevapladim.
'Biliyor musun Zeinep; bazen fazlasiyla yasli oldugunu dusunuyorum. Hatta sayende kendimi genc hissediyorum ve sonra bu hissimin keyfini suremeden mahvediyorsun beni!' sesi gittikce sertlesmeye basliyarak devam etti;
'Neden?! Birak da senin yasli durusunla, genclik hissimin tadini cikarayim! Neden yeri gelince ruhunun icine ignelemis oldugun icindeki cocugu uyandirip; boyle kafa tutuyorsun bana!!?' diye tamamladi.
Aglasam mi? Gulsem mi? Karar veremiyordum...
Saskin ifadem bir hayli belirginlesmis olmaliydi. Ses cikartmaya calistim ve maalesef sesim cikmadi.
Imdadima sinifa girmis olan ogrenciler yetisti.
Hocamiz; once bana, sonra da ogrencilere gulumseyerek anfiye dogru ilerledi ve sunumum icin sahneyi bana birakti.

...

Gunlerdir, yurt disindan donmus olan uzatmali ve uzun mesafeli askinin esiri cok sevgili bir kiz arkadasimin psikologu olmus durumdaydim. Cocuk, kendisini deli-divane ettikce-ediyordu. Haliyle; o da kimi bulursa, ona dert yaniyordu. Neden olduguna anlam veremedigim bir sekilde; tika-basa adam kaynayan sirket bunyesinde hep bana denk geliyordu.
Artik ihtisas yapabilecek kivama gelmistim.
Cocugun karakteristik ozelliklerini gayet sindirmistim. Duruma objektif yaklasimim ve duygularimin esiri olmayisim nedeniyle; cocugun psikosomatik belirtilerini ayristiriyordum.
Tabii ki, arkadasima hicbir faydam dokunmuyordu. Tamamiyla 'ask halini' almis olan bir kiza, ne desem kar etmiyordu ve halini gordukce uzuluyordum. Birinin bu cocuga dur demesi gerekiyordu! Saf insanlarin, ask halindeki insanlarin kalpleriyle; boylesine oynama hakki kimsede yoktu!
Benim adaletimde, bu cocuga bir had bildirme evresi coktan gelmisti ve hatta geciyordu. Yargi surecini baslattim, hatta neredeyse karar asamasina vardim.
Malesef, karari uygulayacagim, hukum giydirdigim sucluya bir turlu ulasamadim.

Gecenin ilerleyen saatlerinde tez konumla ilgili ve sabah yapacagim sunumu dusunurken; birden gozlerimde simsekler cakti!
Gozlerimi kistim ve ellerimi birbirlerine surterek, sinsi sinsi gulumsedim. Hemen arkasindan da; ayni filmlerdeki kotu adamlara ait olan sinir bozucu kahkahalardan birini attim.
Kendisine ulasamasam da; kendimce bir ceza verecektim.
Olaylari biraz evirdim-cevirdim; yarim-yamalak da olsa yuvarladim; karakterleri degistirdim ve iki asamali tezimin arasinda bir bolume konu yaptim.
Evet; psikosomatik belirtiler gosteren dengesiz bir karakter olarak tez konusuydu hukum giydirdigim cocuk ve kendi kanunlarimla adaleti saglamistim.

...

Kafeteryaya dogru ilerlerken, biri seslendi. Arkami donemeden yanimda beliriverdi.
Kendini gulumsemeye zorladigi her halinden belliydi.
'O, benim.' dedi.
'Anlamadim...' dedim, saskin-ordek seklini almis suratimi kendisine cevirip, kafeteryanin kapisinda durarak.
'Elif'in canini yakan o adam benim.' dedi. ...

...

Aksam saatlerinde evde ma-aile toplanmistik.
Ekranda, sahada; evdeyse, masada oyuncular yerlerini almisti. Ilk on-birler icin duduk caldiginda, heyecan basladi.
Her kafadan bir ses cikiyordu. Kimisi biraz daha pilav istiyordu, kimisi hakemin dudugune itiraz ediyordu.
Kim, kime sesleniyordu? Anlamak bir hayli zordu.

Yemekler aceleyle mideye indikten ve acligin ilk belirtileri dindirildikten sonra; herkes ekrana kilitlendi. Faul dudugunde isyan bayraklari cikiyor, eller-kollar havada ucusuyordu.

Gazeteye yetistirmem gereken makale icin calismam lazimdi. Gurultu nedeniyle bu islemi salonda yapmam mumkun degildi. Mac hengamesinde kimse anlamadan odama ciktim.
Masama oturdum. Yazmak uzere kalemime sarildim.

Asagidan 'Gooooolll!!!' sesleri yukseldi.
Icimde bir seyler kipirdadi.
Kalemi kagidin uzerine yatirdim; biraz daha dinlenmesinde benim icin bir mahsur yoktu.
Hizla odamdan ciktim.
Merdivenleri birer-ikiser inerken, sevgili kedim de bana eslik etmeye kalkti. Ayagim takildi, once ortalarda bir basamaga oturdum, ardindan da oturdugum gibi geri yattim ve tangir-tungur sarmal merdivenleri asagi kadar yuvarlanarak tamamladim. Son basamaga vardigimda; hafif yamulmustum. Benimle beraber yuvarlanmis olan kedim de kucagima dustu ve yuzume bakarak miyavladi.
Gol sevinciyle ayaga firlamis olan 'Obur Takim' oyunculari, tam takim olarak once bizi kaldirdilar; ardindan da kaldiklari pozisyonlara gecip, gulmeye basladilar.

Uzerimi duzeltirken, burusmus olan suratimla homurdaniyordum.
Egilip, kedime baktim. Neyse ki, tek parcaydi.
Bacagimi ovusturarak, 'Ne guluyorsunuz?!' diye bagirdim. Ben sinirlendikce yuksek sesle gulmeye basladilar.
'Kiziyorum ya!! Canim acidi benim! Gulmesenize!' diye devam ettigimde; kahkahalar daha da yukseldi. Artik herkes maci birakmis beni izliyordu.
'Ben hic mi urtkutucu olamayacagim yaaa?!' diyerek, once isyan, sonra pes ettim ve az once kalkmis oldugum merdivenin son basamagina geri coktum.

...

Saat sabaha karsi saat 2:17 olmustu. Yerde bagdas kurmus, kucagimdaki bilgisayarimin beyaz sayfasina gozlerimi dikmistim.
Kim pes edecek diye, kismis oldugum gozlerimle ve sert ifademle bakiyordum kendisine.
Odamin kapisini birinin kurcalamasiyla basimi kaldirip, 'Gelebilirsin.' dedim ve bilgisayarima da 'Dur, daha gorusecegiz!' bakisimi firlattim. Ev ahalisinden Oguz (Akdeniz) odama girdi.
'Halen yaziyor musun?' diye sordu.
'Halen yazmaya calisiyorum.' dersek daha dogru olacak diye cevapladim.
'Cok canin acidi mi aksam?' diye sorarken dudaklarini isiriyordu.
'Hic komik degilsin! Mac kac-kac bitti goremediniz bile bana gulmekten...' diye homurdandim.
'Tamam yahu asabilesme hemen... Ama gercekten cok komiktin, hele kedinin de kucagina dusmesiyle; muhtesem bir goruntu olusturdunuz!' dedi ve kahkahalarina teslim oldu.
'Siz kendi halinizi gormeliydiniz, kazik kadar olmussunuz halen nasil tepiniyorsunuz! Cikan sari kartta, sen Alican'nin (Dumen) tepesindeydin; Kerem (Sugle) de yerde yuvarlaniyordu!' dedim, omuz silkerek.
'Neyse, neyse...' diye gecistirdi hemen ve 'Hakan Sukur futbolu birakmali, Sabri'yi de cikartmalilar takimdan. Bunlari yazmani isteyecektim senden...' diye ekledi.
'Bakariz.' dedim ve alelacele; 'Tamam cigerim, spor yazari olarak gorev aldigimda yazacagim. 'Obur Takim' teknik direktorunun derbi yorumlari' basligi altinda...' diye ekledim ve ondan daha alayci kahkahalarla kucagimdaki bilgisayari bir kenara birakip, yerde yuvarlanmaya basladim.
Hic cevap vermeden, halime bakti; yuzunu burustururarak odamdan cikti. Ustune ustluk kapimi bile carpmadi. Olgunluk timsaliydi adeta...
Bir sure, bana eslik eden kedimle beraber yerlerde yuvarlanmaya devam ettim. Iyice desarj olmustum. Cocuklugumun dibine vurmustum. Dogruldum, nefes alis-verislerimin duzene girmesini bekledim.
Ardindan da kenarda duran bilgisayarimi kucakladim ve bombos duran beyaz sayfayi renklendirdim. Bir dolu satir, sayfa uzerindeki yerlerine yerlestiginde; 'El mi yaman, bey mi yaman?' diyerekten, teknolojiye goz kirptim.

...

Oglene dogru montaj odasinda teknik sorunlar birbirini kovaladi.
Herkes zivanadan cikmisti. Hersey fazlasiyla gecikmisti ve teknoloji oyun oynamaya devam ediyordu.
Montaj odasinin disinda da telefonlar sorun cikartiyordu.
Mesajlar gecikiyor ve dolayisiyla yanlis anlasilmalar oluyordu. Herkes isyanlari oynayarak aksam saatlerinde, stres kupu halinde evlerinin yolunu tuttu.

Donus yolunda, Okan'i aradim. Doktorun ne dedigini merak ediyordum. Mesajlarimin hic birine cevap vermemisti.
Telefonu soguk bir sesle araladi. Sogugu yuzumde hissettim. Aldirmadan sordum. Doktordan temiz raporu aldigini duydum ve sevindim. Mesajlarimdan bahsettigimde, hicbir mesajimin kendisine ulasmamis oldugunu ogrendigim. Acikcasi bu duruma sasirmadim. Soguk olan sesi, bir anda degisti. Gule-oynaya kapattik telefonu.

...

Arabadan inerken, halen teknolojinin insanligin iletisim sisteminde actigi yaralari dusunuyordum.
Aksam yemegi tantanasi bittiginde, 'Obur Takim'in evde olan oyunculari odalarina cekildiler.
Ben de sakinlesen salonda keyif yapmaya karar verdim. Bir sure bahcedeki kesik kesik yanan bahce isigina baktim. Sonra da bilgisayarimi kucagima aldim.
Tellendirdigim sigaramin ruh haline uygun bir sarkinin sesini yukselttim. Teknolojinin nimetlerinden biri olan, internette arkadaslarimla iletisime gectim.
Ilk mesaj ust-kattan geldi. Az once odasina cikmis olan Melih (Atik); asagidan kola istedigini belirtti. Elinin ve ayaginin tuttugunu, saglikli bir cocuk oldugunu ve kendisinin alabilecegini soyledigimde; dil cikartan isaretle cevapladi beni. Kendisine ayni sekilde karsilik verdim.
Bir sure sonra da homurdanarak merdivenleri indi ve mutfaga girdi. Yukari cikmadan once bana keskin bir bakis firlatti.
Kendimi tamamen ozgur biraktim ve dil cikarttim.

Bir sure sonra da bilgisayarimin ekraninda, Melih'le konustugum sayfada dil cikartan surat ikinci defa belirdi.
Teknoloji, bir-sifir ondeydi. Evde bile iletisim internet uzerindendi...

Mektuplarimin biriktigi kutuyu kurcalarken, yazar arkadasim sevgili Tunc (Aydin) mesaj yazdi. Bir sure konustuk. Ifadeler ve yazilar birbirlerine karistilar.
Teknolojik harfler ruhani ibarelerden uzakti ve dolayisiyla rahatsiz edici sekillere burunuyorlardi.
Bir sure sonra, tartistigimiz konu dallandi ve budaklandi. Icinden cikilmaz bir hal aldi.
Sonlandirmak uzere gerekli vedalasma asamasina girdigimde, is isten coktan gecmisti.

Teknolojiye lanetler yagdirarak bilgisayarimi kapattim. Bir sure cirkin bakislarimla bilgisayarima bakarak, oylece durdum.
Ardindan, huzursuzca titreyen telefonuma dokundum ve ister-istemez cevapladim.
Teknolojinin ikinci darbesiyle Tunc ile iletisimimiz, bir geceligine de olsa tamamen koptu.

Ruyalar alemine giderken, mumkun olsa ve kendimi tum teknolojik ekipmanlardan soyutlayabilsem diye dusleyerek; teknolojinin insanligi oldurdugune karar verdim.

...

Ofise girmemle, kargo sirketinin gelmesi bir oldu. Elime kocaman bir zarf tutusturdu. Gerekli yerleri imzaladiktan sonra, postaci diye kabul ettigim kargo sirketi gorevlisiyle bir sure sohbet ettim. Halini-hatrini sorduktan ve colugu-cocugu ile ilgili haberleri aldiktan sonra, kendisini ugurladim.
Kocaman zarfimi kucagima aldim. Uzerini okudum.
Zarfi, daha sonra saklayacagimi dusunerekten duzgunce actim.
Kendini teknolojiden soyutlamis olan ve samanistik inanclara ait ogeleri benimseyerek; bambaska bir hayat suren harika dostum Ismail'in (Kose) mektubuna yapistim.
Her satirinda bambaska diyarlara surukleyebilecek bir hayata sahip olan Ismail'in, yine mektubunda kayboldum.

Erzurum'un, buralardan farkli yasanan baharina dair anlattiklariyla huzur doldum. Yine bahar cicekleriyle bezendi saclarim diye keyifle duslere dalarken, mektubunun sonuna ekledigi not ile sevimsiz bir sok gecirdim.
Ismail, bir bilgisayar edinmis ve yaz donemiyle beraber Istanbul'a yerlesme karari almisti.

Parmaklarimin arasinda duran mektubu oksadim. Zarfi kokladim. Murekkebin kagit uzerinde birakmis oldugu lekelere dokundum.
Bundan sonra; muhtemelen, edinmis oldugu bilgisayar ile tekno-mektuplar yollayacakti.
Harika dostum Ismail'i de, teknolojiye kaptirmistim.
Bir kanadim daha kirildi. Skor tablosu ibret vericiydi; teknoloji uc, ben sifirdim.

...

Sabahin erken saatlerinde, teknolojiye soylenerek ayakkabilarimi bagladim ve teknolojik-ataklarimi denize dokmek icin sahile dogru yola koyuldum.
Denize sifir noktasina geldigimde, icimden bir ses yukseldi ve atlamami soyledi. 'Ne olacak, islak islak donersin. En kotusu nezle olur, biraz ateslenirsin!' dedi.
Atlamak ve atlamamak arasinda, Moda sahilinde gidip-gelirken; Osman'a (Uzun) rastladim. Kahvaltisini etmis oldugu her halinden belli olan, karni tok bir cocuk edasiyla selamladi.
Sabah sohbetimiz sirasinda, bugunku yazimi sordu.
Henuz yazacagim konu konusunda karar veremedigimi soyledim.
Halimden anladigini dile getirirken; sabah saatlerinde yasadigi derin kararsizligi anlatmaya basladi;

'Erken uyanmistim, kahvalti edeyim bari dedim. Mutfaga gittim, buz-dolabindan malzemeleri cikarttim. Hazilamaya koyuldum. Ekmekleri kizarttim, cayi demledim. Ah Zeinep, inanmazsin; yumurtalari bile 60'a kadar sayarak pisirdim. Derken bir anda durdum ve nerede yesem diye dusundum. Odama gotursem, ozenle siktigim taze portakal suyuyla yatagimda kahvalti etmek cok romantik olurdu dedim kendi kendime... Sonra karincalar geldi aklima ve vazgectim. Teknoloji harikasi play-station'in durdugu odada, hem kahvalti edip, hem oyun oynasam diye icimden gecirdim ve aklima sen geldin; teknolojiye boylesi muhtesem bir lezzeti karistirmamak icin yine vazgectim. Salonda mi kahvaltimi yapsam acaba derken, kocaman salonda nerede, hangi kosede kahvalti edecegime karar veremedim. Bogulur gibi oldum. Her seyi mutfakta oylece biraktim. Bir hisimla montumu aldim ve ciktim. Moda'daki en kiyak cay bahcesinde, sercelerle beraber yaptim kahvaltimi.' dedi ve dudaklarini buzup, kafasini sallayarak derin bir nefes aldi.

Agzim kulaklarima varmisti; kocaman bir gulumseme once yuzumu, sonra da ruhumu kapladi.
'Emektar hizmetkarin Albert cok uzulmustur bu duruma...' diye, kucuk bir cocuk gibi alaya aldim Osman'in halini.
'Hic komik degilsin!' diye hoykurdu.
'Farkindayim. Komik olan sensin... Malikanende yer mi begenemedin kahvalti icin, yarin sabah terastaki kis bahcesinde hazirlatirsan kahvaltiyi; belki adalara-modalara karsi cayimi yudumlarken yazim icin de ilham gelebilir. Ah bu arada Albert'a selam soyle.' dedim.
'Elbet sen de dilime dusersin Zeinep!' diye bagirdi arkamdan.
'Guzel bir gun senin olsun buram buram burjuvalik kokan Prens Osman...' diye el sallayarak geri bagirdim ve adimlarimi hizlandirdim.

...

Eve geldigimde, 'Ben geldiiimmmm!' diye seslendim. Geriye sadece kedimin miriltisi geldi cevap olarak.
Kimseler yoktu. Kralligimi ilan ettim ve evin bos halinin keyfini surmeye karar verdim.
Kahvemi hazirladim. Okuma gunlugume goz-gezdirip; siradaki kitabimi kutuphanemden sectim. Salonda bas-koseye kuruldum.
Bir anda rahatsiz hissettim kendimi.
Kalktim, pencerenin kenarina gectim. Pencerenin kosesinden gelen sogukla icim ulperdi. Yine yerimi begenmedim.
Her daim Melih'in kuruldugu koltuga yayildim. Yok, bu sefer de pek rahat oldugum soylenemezdi.
Kalktim. Bir elimde kahve bardagim, bir elimde kitabim salonun ortasinda durdum. Merdivenin en alt basamagindan beni izlemekte olan saskin kedimle goz-goze geldim.
Civik bir gulumsemeyle, oldugum yere coktum. Parkenin uzerine serilmis olan pofuduk halidan bozma ortunun uzerinde kahvemden kocaman bir yudum aldim.
Yalniz olunca, belli metre-karelerdeki ev; yuz binlerce donum arazideki, bilmem kac yuz metre-karelik malikaneyi andiriyormus; insan huzursuzca kendini oradan oraya atiyormus diye dusundum.
Aklima Osman geldi. Sabah gereksiz yere yarasina dokunmustum.

Kalktim, antrede yalniz basina uyuklayan telefonumu actim. Osman'in numarasini tusladim.
'Aradiginiz kisiye su an ulasilamiyor' dedi, kadinin biri...
Teknoloji, yine celme takmisti bana; 'Vay pis serseri!' dedim ve birkac kufur daha ekledim.

...

Aksam saatlerinde, fazla mesai bunyesindeki toplanti icin hazirlandim. Once kuafore ugradim.
Saclarimi duzeltip, beni insana benzetmeleri icin acele etmeleri gerektigini soyledim.
Konusmayi pek seven, hos-sobet sac stilisti Tamer Bey panige kapildi. Saclarimi karistirirken, yine konudan konuya atladi.
Is-basi yapmak icin acele etmemiz gerektigini soyleyip; hizlanmalari icin 'Haydi, haydi!' derken; aldirmadi ve konusmaya devam etti. Eski yazilarimda bahsetmis oldugum bir hikayemin kahramanini merak ettigini soyledi ve nasil oldugunu sordu.
Durdum.
'Evet, Yesil Elma'ya ne oldu Zeinep Hanim?' diye israrla yineledi sorusunu.
Durmaya devam ettim.
Elmanin kurtcugu, kutuphanemdeki kitaplara dadanmisti ve Yesil Elma'dan hic haber yoktu. Ortalarda gorunmuyordu.
'Inanin bilmiyorum. Simdi sordunuz da aklima geldi. Kurtcuk kutuphanemde de, Elma'dan hic haber yok.' dedim.

Kapidan cikarken, 'Merak etmedigine inanamiyorum. Bu kadar mi unuttun icindeki cocugu! Bulmazsan eger onu, lufen baska bir tasarimci bul kendine olur mu?!!...' diye ekledi Tamer Bey.

...

Sirkete vardigimda; kafam allak-bullakti.
Dosyalari karistirirken;
'Yar bana bir eglence medet!' diye abzurt sarkilar mirildanarak Deniz (Oral) odaya girdi.
Ters ters baktim kendisine.
'Bayan Teror olmussun.' dedi.
Dosya kagitlarinin arasina gomdum kendimi.
'Studyoda teror mu estireceksin simdi sen?' diye ses tonunu iyice cocuklastirdi.
'Bu odadan baslasam, hatta senden? Ilk kurban olmak hosuna gidebilir.' dedim, kafami dosya kagitlarindan kaldirmadan.
'Uhhhvvv cok korktum.' diyerek guldu.
'Eglence mi istiyorsun sen?' diye sordum.
'Evet, Zeinep; bana bir eglence medet!' diye her kelimeyi uzatarak melodik bir sekilde devam etti abzurt sarkisina...
Masanin kosesinde duran silgiyi firlattim kafasina.
'Terorist!' diye bagirdi ve cikti odadan.

'Hic buyumeyecek bu cocuk!' diye soylenerek pesinden gitmek uzere ben de kapiya yoneldim. Tam bu sirada telefonum bagirdi arkamdan.
Babam ariyordu.
'Yarin ogleden sonra bir kahve icelim mi?' diye sordu.
'Ah baba ya, yarin ogleden sonra roportajim var. Aksam kahvesi icin yeniden konusalim, olur mu?' dedim.
'Pekala.' dedi, kapatti.

Telefonumu cantamin icine tiktim. Cocuk olmayi unutmustum! Artik, 'Babamin kizi/Ahmet'in kizi' degildim. Artik, 'Zeinep/Bayan Zeinep/Zeinep Hanim/Bayan Durul' olmustum.
Cantami sirtima tutturdum ve usumeyi goze alarak paltomu askida birakip, ciktim.

Bir sure sessizce yurudum.

...

Gecenin bir yarisi olmaliydi, saatime bakmayi reddettim.
Teknoljiye dair tum efektleri bir kenara firlatmistim.
Bahcedeki koltuklardan birinde, dizlerimi karnima cekmis oturuyordum.
Uzun zaman sonra, kagidi ve kalemi hissetmek icin; masanin kosesinde duran cantama uzandim ve defterimi cikarttim.


Murekkep yayildikca yayildi.

...'Mevsimsiz yazilarimin konusu acildiginda, hep susmak istiyorum. Sessizligimden rahatsiz oluyor, beni asagi-yukari bilen insanlar. Yakin gozlugumu cikarip, kiraz agacinin dalina asiyorum. Portakal agaci kiskaniyor. Yapraklarina bir opucuk kondurup, papatyalarin susledigi eteklerinde soguga aldirmadan uykuya daliyorum. Kosede sessizce durmakta olan yasli-baykus bir masal anlatmaya basliyor...'

Defterimi kapattim.
Yakin gozlugumu, anneannemin vermis oldugu boncuklu boyun bagindan tutup; bahcemizde yasayan ve benim penceremin onune baharlarini sunmus olan kiraz agacinin dalina astim.
Uzun zaman sonra ilk defa bahce kapisindan eve girdim.
Tum isiklari yaktim.
Muzigi sonuna kadar actim.

Hayatimda tuzu bulunan herkesi, sabaha karsi salona topladim.
Hepsi uyuma niyetindelerken, uyandirdim.
'Neye niyet; neye kismet!' diye bagirdim.
Herkes birbirine bakarken, uyanmalari icin hepsine kahve yaptim.
Ben gelene kadar, herkes bir koseye kurulmustu.
Konu konuyu acsin diye salonun ortasindaki pofuduk hali parcasinin uzerine oturdum, 'Bu kose Melih'in kosesi, su kose Alican'in kosesi, ortada Zeinep'in kosesi' diyerek sohbete katildim.
'Yaniliyorsun!' diye sesini yukseltti Tunc ve 'Bu kose yaz kosesi, su kose kis kosesi; ortada Zeinep'in kalemi!' diye tamamladi. Suratina baka-kaldim.
'Aaaaa' diye yukselen seslerle; merdivenlerden agir agir inmekte olan Yesil Elmanin Kurtcugu'nu farkettim, yakin gozlugum gozlerindeydi. Kutuphanemde fazla kaldigini anladim. Hafiften bana benzemisti.
Derken kedim de yanima geldi ve egilmemi isaret etti. Kulagima fisildayarak, 'Merak etme; Yesil Elma'n guvende, yani midemde...' dedi. Kendisine cevap olarak ne diyecegimi bilemedim. Yalanarak yuzume bakiyordu...
Sinirlenmeme ramak kala; kahkahalar, dallandi budaklandi. Tabii sonrasinda her sey birbirine karisti...
Hande, nereden buldugunu bilmedigim bir dudugu caldi ve 'Kose Kapmaca' basladi.

...

Saatin sesini, uzun bir sure dudugun sesi diye algiladigim icin ruyalar aleminden ayilamadim. Neden sonra, iceriden birileri; 'Sustur sunu!' diye hoykurunce, kendime geldim.
Saatin agzini kapattim. Gerisin-geri basimi yastigima koydum. Gozlerimi tavana diktigin sirada telefonumun sesi yukseldi, yine iceridekiler homurdanmasinlar diye hemen cevapladim.
"Saat 10:30 oldu, sabah 6:00da ofisten cikarken, 'Cok yorgunum, eve gidip, biraz uyuyayim; sonra; mesela 10:00 gibi kahve iceriz.' dedin; halen uyuyor musun yoksa hatun?" diye sordu Hande.
'Yok, yok uyandim da Hande'm; sana bir sey soracagim, biz babanin mangalda yaptigi Luferi, Cinekopu ve Mezgiti yedik mi?'
'Zeinep, uyandigina emin misin kuzum?' diye soruma, soruyla cevap verdi ve 'Ayrica iyi misin? Ne diyorsun anlamadim?' diye ekledi.
'Ya sanirim ruya gordum. Neyse; sen yine de soyler misin, yedik mi biz o arkadas oldugum baliklari?' diye sorumu yineledim.
'Yemedik Zeinep'cim, yemedik... Ama canin lufer, cinekop ve mezgit istiyorsa ben sana yaparim kuzucugum...' dedi.
'Yok hayir! Istemiyorum, istemiyorum. En iyisi ben hazirlanayim...' dedim.
'Haydi o zaman, sahilde bulusuyoruz. Yarim saat yeter mi?' diye sordu.
'Harika! Yarim saat sonra Ortakoy'de guvercinlerin arasindayim kardesim...' dedim.

Telefonu kapattim.
Icimdeki cocugu yeniden yakalamistim.
'Kose Kapmaca' sona ermisti.
Uzun zaman sonra, bu sefer basarmistim! Hayatin karsisinda dikilmis; "NISAN 1" diye bu kosede yakalayip, hayati sakalayan cocuk oluvermistim.

Saate baktim, Hande'mi beklmetmemek icin, hazirlanmaya basladim.-z.d.-
















Yataktan ciktim, sabahligima sarildim; belimdeki bagcigi baglayip, gozlerimi ovusturarak salona merdiven basamaklarini indim.
Parmak ucumla son basamaga dokundugumda,
"Nisan 1!" diye bagirdi herkes.
Bu yazida tuzu olan tum cocuklar...
Yine sakalanmistim bu kosede.






























No comments:

“All there is...   is consciousness.”

dusler-de...

dusler-de...
ya da muallak ve araf'ta...
Early bed, Early rise, Makes a girl;
Healty, Wealthy and Wise...


- Atilla Agabey, bunu bana soylediginde yatili okula gonderiliyordum... Kulaklarin cinlasin; kocaman oldum ve hic unutmadim.